Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sofya Ataşemiliteri olarak görevli olan Mustafa Kemal, davetli olduğu Carmen’in galasında, zaman zaman durgunlaşarak yapıtı izlemiş ve operanın bitiminde, perdenin en az yirmi kez açılıp kapanmasını, sahneye çiçekler taşınmasını, izleyicinin coşkun alkışlarını, artistlerin sevincini hayranlıkla gözlemlemiştir.

Bu arada yüzündeki burukluğun farkına varan Varna Türk Milletvekili Şakir Zümre’ye eğilip şunları söylemekten de geri durmamıştır: “Balkan Savaşı’nda yenik düşmemizin nedenini şimdi daha iyi anlıyorum. Ben Bulgarları çiftçi halk olarak biliyordum. Oysa adamların operaları bile var… Sanatçıları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi var. Hepsi de eğitimli… Şu opera binalarına bak!”

Kokteyl sonrası Mustafa Kemal ve Şakir Zümre Splendid Palas’a gidiyorlar. Yol boyunca hiç konuşmuyor Mustafa Kemal… Durgunluğu sürüyor… Ve odalarına çekiliyorlar…

Aradan birkaç dakika geçiyor geçmiyor, Şakir Zümre odasının kapısında Mustafa Kemal’i görüyor…

“Uyku tutmadı, biraz konuşalım diye geldim” diyor Gazi heyecanlı bir görünümle…

“Ne kadar müthiş bir olaydı” diye ekliyor… “Çok sesli müzik, çağın gereğidir… Bulgarlar bunu başarmış… Bizim ülkemizde de operaya kavuşacağımız günleri görebilecek miyiz acaba?”

İşte, her iki anıda da Atatürk’ün müziğe ve sanata verdiği değer çok iyi anlaşılmaktadır. Müziğin insana has bir özellik olduğunu, bu yüzdende hayatta müziğin gerekliliğine işaret eden Atatürk, yaşamının her anında müzikten kopmamaya özenle gayret göstermiştir

Daha önce kurulmuş olan ve 1929 yılında Halk evlerine dönüştürülen Türk Ocağı’nda müzik ve folklor çalışmaları başlamıştı.Bu çalışmalar Halk Evleri ve Köy Enstitüleri vasıtasıyla yurt geneline yayıldı. Bu çalışmalarda ulusal birliği geliştirebilecek musıki ve halk oyunları teşvik edilerek gelişmesi sağlandı. Ankara ,İstanbul ,İzmir gibi büyük kentlerimizde kurulan Ulusal Folklor , Bale , Opera ve Tiyatrolarımız ,Orkestralarımız ,Radyolarımız Anadoluda yepyeni bir müzik , sanat ve temsil ufukları açmaktaydı.

Bu dönemde halk üzerinde olumsuz etkiler bırakan melankolik ve arebeskvari müzik türleri ve ulusal birliği rencide edici bazı sanat dalları rağbet görmediği için gelişemediler,unutuldular. Buna karşılık Anadolunun zengin ve dingin zeybek , bar, halay, horon,,bengi,harmandalı vb. pekçok halk ve köy oyunları gelişme imkanı buldu.

13 Ekim 1925 yılında İzmir’e giden Mustafa Kemal Atatürk o gece Kız Öğretmen Okulunun düzenlemiş olduğu müsamereye katılır. Beden Terbiyesi Genel Müdürü Müfettişi Selim Sırrı Tercan bey öğrencilerle modernize ederek hazırlamış olduğu Zeybek oyununu oynar. Yeni zeybek oyununu çok beğenen Atatürk halka hitaben şu konuşmayı yapar.

‘’ Hanımlar beyler , Selim Sırrı Bey Zeybek dansını ihya ederken ona uygar bir biçim vermiştir.Bu sanatçı üstadımızın zeybek dansımızda yaptığı düzenlemesi ulusal ve sosyal hayatımızda yer tutacak kadar estetik ve mükemmel bir şekil almıştır. Artık bizde Avrupalılara ‘’ Bizimde mükemmel bir

raksımız var ‘’ diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda müsamerelerimizde oynayabiliriz.Zeybek dansı her toplumsal salonumuzda kadınla birlikte oynanabilir ve oynanmalıdır. ‘’ der.

Atatürk bütün yaşamı boyunca müzikle ve sanatla birlikte olmuştur. Sevdiği müzik yetiştiği çağın ve ortamın müziğidir. Sevdiği Türk Müziğini bireysel bir ögeden çok toplumu eğitecek bir değer olarak ele almıştır.

Atatürk devrimleri ile ilgili bir yazıdan aktarmış olduğum bu anı Atatürk’ün yaşamında sanata verdiği değerin anlaşılması için çok güzel bir örnektir. Günümüzde de ülkemize yön veren insanlarımızın kültür ve sanata gereken önemi vermelerini beklemek en doğal hakkımızdır.