İşte itiraf ediyorum; yazılarımda en zorlandığım husus nedir biliyor musunuz? Evet, yazıya başlık koyarken kafa yorarım. Öyle bir başlık koymalıyım ki ilgi çeksin ve içim rahat olsun. Bu konuyu, bu hastayı yazmaya karar verirken aklıma önce şu başlık gelmişti: ''Bıçağın Seyri.'' Fakat sonra vazgeçtim, zira ürkütücüydü ve bıçağın kötü şeyler çağrıştırdığını okuyucuyla paylaşmaya  gönlüm razı olmadı. Ta ki elimdeki o anı kitabını okuyuncaya kadar... O bölümde meslektaşımız kurşunlanmış bir hastanın tıbbi hayat hikayesini o kadar güzel anlatıyordu ki... Duygu katarak ve hissettiklerini de samimiyetle ifade ederek o vakayı okuyucuya  sunuyordu. Ben neden yazmayayım dedim bıçaklanan o bayan hastamla ilgili olarak yaşadıklarımı... Bu bir hasta mahremiyetidir, ama bazı noktalarda karartma yapmak gerektiğini hiçbir zaman gözardı etmemişimdir. Vakayı anlatmadan önce o meslektaşımın giriş cümlelerini paylaşmak istiyorum.
            ''Bir defasında, travma bölümünde nöbetteyken yirmi yaşlarında genç bir adam kabaetinden kurşunlanmış olarak getirildi. Nabzı, tansiyonu ve solunumu normaldi. Klinik asistanı adamın kıyafetlerini büyük bir makasla kesti. Ben de sistematik ve aynı zamanda hızlı olmaya çalışarak onu tepeden tırnağa muayene ettim. Sağ yanakta kurşunun girdiği yarayı buldum, muntazam, kırmızı, iki santimetrelik bir delik. Kurşunun çıkış deliğini ise bulamadım. Ortada belirgin başka bir yaralanma yoktu. Adam kurşundan ziyade bizden korkmuştu ve tetikteydi. 'Ben iyiyim' diye ısrar etti. 'Ben iyiyim.' Ancak rektal muayene sonrası, eldivenli parmağım taze kanla kaplıydı. Ve idrar sondası taktığımda mesanesinden de parlak kırmızı sıvı geldi. Sonuç ortadaydı. Ona, bu kanın kurşunun hem rektum, hem de mesanesinden içeri girdiği anlamına geldiğini söyledim. Ana damarları, böbreği ve içeride bağırsağın başka bölümleri de isabet almış olabilirdi.  Ameliyat olması gerektiğini ve bunun hemen yapılması gerektiğini söyledim.''
            Esinlenmedim değil, ben neden yazmayayım diye düşündüm ve işte yazmaya başlıyorum. Edebi cümleleri çok severim.
            Gecenin o derin uykusuna dalmışım ki o uğursuz cihaz, yani cep telefonum çalıyordu. O saatte bir hastam arayacak değildi elbette, arasa arasa Acil Poliklinikten bir meslektaşım arardı. Gözlerimi oğuşturarak yanıbaşımdaki telefona bakıyorum ve temenni etmediğim o numarayı görüyorum: Acil Poliklinik!... ''Kusura bakmayın uyandırdım, bir bıçaklanma vakası geldi de...'' diyor meslektaşım. Sevinecek değilim elbette. Yani riyakar daavranıp da ''feda olsun herşey'' diyecek halim yok ya... ''Yaşı ve cinsiyeti nedir? Genel durumu nasıl?'' diye soruyorum. ''Kırk yaşında bir bayan. Birkaç yerden bıçak darbesi almış. Göğüsten, boynundan, karnından ve sağ böbrek nahiyesinden. Bilinci bulanık, çok kötü de değil, çok iyi de değil!''
            ''Araba gelip beni alsın, hazırlanıyorum'' diyorum. Tam da halı sahada futbol oynuyordum, ne de güzel bir rüyaydı diye düşünüyordum. Hay aksi, yıllar önce bıraktığım o kanlı böbrek ameliyatını yapmak zorunda kalabileceğim için esef etmiyor da değilim. Tam da o anı kitabında okuduğum şu satırlar aklıma geliyor. ''Tıbbın garip ve birçok açıdan rahatsız edici bir iş alanı olduğunu fark ettim. Risklidir ve sonuçları ağır olabilir. Cüret edilenler ise muazzamdır.''
            Ve acil polikliniğe varıyorum. Odada inleyen sondalı bir hasta... Elbette dikkatim sondada öncelikle. Bir parça rahatlıyorum, zira idrar rengi açık. Göğüste, memede, boyunda ve sağ böbrek nahiyesinde bıçak giriş delikleri. Steril eldiven giyip böbrek nahiyesindeki yaradan sağ elimin işaret parmağını sokuyorum. Yukarıya, diyaframa doğru gidiyor ve bir yerde duruyor. Yaradan öyle fazla kan da gelmiyor. Tansiyonu ve nabzı kötü değil. Diğer iki meslektaşım da geliyor ve aramızda durum değerlendirmesi yapıyoruz. Acil hekimi ''siz gelmeden tomografisini çektirdim, bir bakalım'' dediğinde bilgisayar odasına geçip inceliyoruz. Böbrek üst kutbuna dokunmuş. Parankimde yaralanma var, böbrek çevresine biraz kanama, yani hematom var. Böyle vakalarda hemen ameliyat kararı verilmez zaten. Yani hasta yoğun bakıma yatırılıp izlenir. Diğer meslektaşlarım da ameliyat etmeyi düşünmüyor. Yani hasta bana kalıyor ve yoğun bakıma yatırıyorum. Hafta sonunu yoğun bakımda geçiriyor. Pazartesi günü hastaya uğrayacağım sırada yoğun bakım hekimi beni arıyor: ''Gelmenize gerek yok. Hastanın genel durumu iyi. Sizin servise naklediyorum'' dediğinde seviniyorum. Ancak birkaç saat geçmesine raaaaağmen hasta gönderilmeyinde endişe edip arıyorum ''Kovid testi pozitif çıktığı için izole servise nakletmek zorundayız, orada takip ve tedavisine devam edilecek'' deniliyor.
            Bu arada fikir cimnastiği ve ufuk turu yapmadan da edemiyorum. Bunca yıllık meslek hayatımda hep bıçaklanan kadınlar gördüm, ama kocasını bıçaklayan veya kocasını döven kadın görmedim. Geçen gün bir magazin programında izledim... Kendisini terk eden karısı için erkek şöyle diyordu: ''Ben onu bir sefer bile dövmedim!'' Ben de şöyle diyordum: ''Fedakarlığı görüyor musun! Dövme hakkını bir sefer bile kullanmamış bu asil insan!'' Yani hakkından feragat ettiği halde karısı vefasızlık ve nankörlük etmiş ve onu terk etmiş... Elbette inanmadım...
            Ve bir hafta sonra kovid servisinden çıkarılıyor, kan değerleri düştüğünden sebebi araştırılıyor. Böbrek etrafında herhangi bir hematom oluşmadığını söylüyorum ve batıniçine kanama meydana geldiği görülüyor ve ameliyata alınıp kanama durduruluyor. Aradan kırk gün geçiyor ve benim de haliyle hasta ile iritbatım kesiliyor. Bir hastanın sorumluluğu başka bir branş hekimine geçse bile o vaka beyninizin bir köşesinde sıcaklığını korumakta olur. Şu pandemi ortamında zaten savrulmuşuz. 
            Neyse, dediğim gibi uzun bir süre geçiyor ve o hafta ''icapçı hekim''im... Sekreter ''acil bir vaka var, sağlık kurulundan gönderilmiş. Kesin rapor için geldiklerini söylüyorlar, öncelikle onu alalım'' dediğinde ''tamam'' diyorum ve iki bayan giriyor içeri. Bilgisayardan adına bakıyorum... Evet bu o... Gece bıçaklanan hasta... Yüzüne bakıyorum, hasta da tebessüm ediyor. ''Beni tanımadınız galiba. Kefeni yırttım, içecek suyum varmış'' diyor ve gülüyoruz. ''Ben sizin yüz hatlarınızı unutmadım, ben inlerken birileri ile birşeyler konuşuyordunuz. Hepsini hatırlıyorum'' diyor tebessüm ederek.
            ''Ben de endişeliydim o an, ama şükür ki yaşıyorsunuz...''
            Kontrol için çekilen tomografisine bakıyorum: Kanama yok. Ve kesin raporunu yazıyorum.
             Kızı söze karışıyor: ''Annemi bıçaklayan o kişi şu anda tutuklu, inşallah o kotesten çıkamayacak!''