Yani o öğle arasında yine o ağacın altında meslektaşlarımla çay içiyorduk ve koyu bir sohbete dalmıştık. Nuhşehir'e geleli 50 gün olmuştu. O sırada gökyüzünden gelen o gürültü sonucu hepimizin bakışları yukarıyı, yüksekleri taramaktaydı. Bu şehire geldiğimden beri ''hayatın olağan akışı'' kavramı ile ilgili kriterlerim kısmen değişmeye başlamıştı desem abartmamış olurum. Diyelim ki asıl görev yaptığım şehirdeki hastanenin üstünden her gün helikopterler geçse, caddelerde her gün kirpi dediğimiz askeri araçları görsem bu durumu ''hayatın olağan akışı'' kavramına nasıl monte edebilirdim ki! Elbette burada olağabn akışa ters olan bir aktivite Nuhşehir'de olağan akışa uygun olarak algılanabiliyor. Yani buna günlük hayatın bir parçası, bir bileşeni diyebiliyoruz orada.

            Sadede gelelim... Acil tıp uzmanı meslektaşım Göktuğ hemen kanaatini belirtiyordu bu helikopter trafiği üzerine: ''Hiç de hayra alamet değil, inşallah bir çatışma yokturdur. Daha 20 gün önce helikopterle Kuzey Irak'taki üs bölgesine gidip yaralıları alışımızı hatırlattı bana... Öyle kusmuştum ki, uçuş boyunca elimden poşeti bırakamamıştım. Hele de o iki şehidimizi oradan alırken öyle fena oldum ki anlatamam!''

            Meslektaşımızın yüzündeki endişeyi okumamak mümkün değildi. O sırada orada bulunan, o bölgenin çocuğu olan sağlık görevlisi ise teselli babında şöyle diyordu: ''Yok hocam, biz buna alışığız, asker sevkiyatı bu, rahat olun!''

            Ne yalan söyleyeyim, iki aya yakındır buradayım ve bulunduğumuz nokta da adeta helikopterlerin uçuş güzergahı ve ben de içimden şöyle diyordum: ''Hiç de hayra alamet değil bu helikopter trafiği!'' Ve biraz sonra bir meslektaşımız emin bir kaaynaktan almış olduğu haberi seslendiriyordu: ''Gara'daki kalabalık bir terörist gruba karşı geniş çaplı bir harekat başlatılmış!''

Başka bir acil hekimi ''nöbetçi benim, Göktuğ sen rahat ol, helikopter alacaksa beni alır'' diyordu.

            Neticede öğleden sonra herşey açığa çıkıyordu: ''Gara'da nokta operasyonu!'' Şunu söyleyeyim ve belki de itiraf diyebiliriz buna: ''Nuhşehir'e gelirken birçok dosttan helallik almıştım. Hani gidip te dönmemek var!'' Bu bir imaj, bu bir bilinçaltı kusması demek... Ama günler geçtikçe bu bölgenin güzel insanlarının, misafirperver insanlarının hayatına ve duygu dünyasına nüfuz ettikçe kanaatim değişmeye başlıyordu. Ben her zaman haalkla bütünleşmeye çalışmışımdır ve gerekirse elimi muhatabımın omuzuna koyup duygu alışverişine girmişimdir. Burada da gerek sivillerle, gerek askerlerle sohbet etmeye çalışıyordum. Hel de kaldığım otelin baalkonundan karşıdaki Cudi Dağı'na bakınca geleceğe yönelik düşüncelerim olumlu yöne kayıyordu ve mutlu oluyordum... Halk arasında sıkça kullanılan o atasözü aklıma geliyordu: ''Gammaz olmasa tilki pazarda gezer!'' Meseleyi kalbinden vuran bir özdeyiştir bu... Zira o dağın zirvesindeki o ışıklar askeri üs bölgeleriydi. Elbette ''tilki pazarda gezemez''di bu durumda...

            Gönlü zengin insanlar şehri Nuhşehir... İki gün önce otuz beş yaşında bir erkek hasta gelmişti. Avurtları çökmüş, ayakta hazırol vaziyetinde duran, adeta ürkek bir tavşan misali bana bakan bir hasta... ''Şöyle otur Ercan'' diyordum, ama saygısından oturmuyordu. İkna edip oturtuyordum. ''Komutanım'' diye söze başladığında tebessüm ediyordum... ''Ercan ben komutan değilim!'' Şikayetini soruyordum... ''Gece saat başı idrara çıkıyorum. Yanma var. Silopi'nin bir köyünde güvenlik korucusuyum. Yolum uzak, ancak şimdi izin alıp gelebildim komutanım!''

            Yine ''komutanım'' sözü ile bitiriyordu cümleyi... Muayene edip tetkiklerini istiyordum... ''Ercan prostat iltihabı var sende. Şu tetkikleri yaptır, öğleden sonra çıkan sonuçlara göre sana bir tedavi düzenleyeyim. Merak etme ,düzeleceksin'' dediğimde yüzünde bir sevinç oluşuyordu.

            Ve öğleden sonra tedavisini düzenliyordum.''Hocam, bu hafta sonu seni alıp köyüme götürmek istiyorum, misafirim olursun. Telefonunu verir misin'' dediğinde tebessüm ediyordum. ''Hayır, veremem'' diyecek halim yoktu ya! Bu insan beni kendisine yakın hissetmiş demek ki! Ben Jakoben bir insan değilim ki!

            ''Neden olmasın, tamama. Zaten birkaç hafta önce de Nuhşehir'in bir köyüne bir hastam yemeğe davet etmişti ve hiç terddüt etmeden gitmiştim. Arabamız tırmanıyordu bir dağa doğru'' diyordum. Şaşırıyordu...''O zaman benim köyüme de gelirsin sanırım!''

            Ayağa kalkıyorum... ''Kalbi davetine icabet etmek isterdim, ama 3 gün sonra dönüyorum Ercan.  Artık bir daha kısmet olur mu ki buraları'' dediğimde mahcup oluyordu...