Ben böyleyimdir işte, buna isterseniz bir psikolojik sapma deyin, ne derseniz deyin...Bahar mevsiminin ucu ufukta göründüğünde dağlar, şelaleler, zirveler, çiçek ve yeşillikler okyanusu gelir aklıma. Onlar ''bana ait çizgiler''dir ve beynimin, hafızamın bir köşesine kazınmışlardır adeta...Küçük bir dış etken, bir uyarı bu anıları adeta boca eder de önüme serer. İçimdeki ''öteki ben'' yaz der, daha ne duruyorsun. Zamana da soracağın bir soru varsa sor, hiç çekinme...Çocukluğunun geçtiği ''O Belde'' ile ilgili duygularını yaz, yaz...Nasıl olsa öz benliğini kaybetmemişsin, geçmişinle ve kadim medeniyetinin değerleri ile yüzleşmekten zevk alıyorsun ve gurur da duyuyorsun...
            ''Tamam'' diyorum, ''zaman bırak da yazayım, sen de amma üsteliyorsun!''
            Bilindiği üzere benim zevk alarak ve adeta bir azgın nehir gibi coşarak yazdığım yazılar vardır. O da neymiş diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum sanki...Söyleyeyim, onlar doğa ile ilgili yazılarımdır. Her baharda içimde depreşir o duygu...Yüksek rakımlı o daağlar, Allahuekber Dağları...Geçen yıl üç günlük bir safari gezisi yapmıştım oralara. Telefon da çekmiyordu bazı bölgelerinde. İyiki de çekmiyordu, insanlardan uzak, doğaya yakın oluyorsun. Nasıl olsa karşı vadide gördüğün kızıl tilki, ormanda ağaçtan ağaca aatlayan sevimli sincap, o beyaz kelebekler ve yükseklerden uçan kartal bana kapris yapacak değil ya...
            Kızıl tilki dedim de aklıma geldi. En sevdiğim prograamlar doğa ile ilgili belgesellerdir. O belgeseli izlerken o şiirin o coşkulu satırları aklıma geliyordu...
            ''Orda bir ses var uzakta
             O ses bizim sesimizdir.
             Duymasak da, tınmasak da
             O ses bizim sesimizdir.

             Orda bir dağ var uzakta
             O dağ bizim dağımızdır.
             İnmesek de, çıkmasak da
             O dağ bizim dağımızdır.''
            ''Orda bir ses var uzakta'' dedim ya...Demek ki o ses ''gönül telimi titreten bir ses'' ki duygularımı harekete geçirdi ve bir hatıramı tetikledi. Hatta o belde ile ilgili yazılarımdan birine şu başlığı koyduğumu iyi hatırlıyorum...''Bir Hayal Tufanı Eser Başımda...'' Eee, bu bir duyuş, bir hissediş meselesi...Dalıp gidersen elbette bir hayal tufanı seni alıp sürükler...
            Kısa keseceğim diyorum, ama uzattığımın farkındayım, sadede geliyorum. O Temmuz ayında kendimi doğaya vurmuştum. Öylesine dolaşıyordum yeşillikler okyanusunda. Derken o kayalıkları ve ormanı görüyordum. Niyetim o gün bir belgeselci gibi doğa ile bütünleşmekti. O da ne! İşte istediğim o manzara ayağıma kadar gelmişti. İyi ki dürbünümü de yanıma almıştım. Dürbünüme davranıyorum. Bir kızıl tilki ve ağzında da bir yiyecek takılıyordu görüş alanıma. İyice bakıyorum, bir sürüngen, galiba kocaman bir kör kösnü bu...''Kör kösnü'' nedir diye sorulabilir...Kör fare yani... Vadiye yukarı gidiyor. İçimden de şöyle diyorum: ''Kesinlikle o dik kayalıklardan birindeki o küçük ''in''lerden birinde yavruları vardır ve onlara nevale götürüyordur.''
            Kararımı veriyorum, sağa dönüp toprak orman yoluna sapıyorum. Ve ormana girişte zemin bozuluyor, zira akan dere, yolu çamura gömmüş. Orada arabadan inip elime de bir kuru dal parçası alıp kayalıklara doğru yürüyorum. Elbette şunu da düşünmeden edemiyorum: ''Bu kayalıklarda ve ormanda bozayıların cirit attığını tahmin edebilmek için kahin olmaya gerek yok.'' Olsun, yürüyorum ve kayalığın tepesine varıyorum. İşte orada boz tilki! Yuvasının dışına davet ettiği üç minik yavrusu ile yemeğe dalmış. Ne güzel bir manzara... Yolak gibi bir yol buluyorum ve adımlarımı yoklayarak onlara mümkün olduğunca yaklaşmaya çalışıyorum, ama kulakları ile etrafı dinliyorlar ve varlığımı sezip inlerine kaçıyorlar hemen...
            Gökyüzüne baktığımda tepemde koca kanatları ile o muhteşem kuşun uçtuğunu görüyorum. Evet, bu bir kartal... Yelpazeye benzer kanatları ile daireler çiziyor. Büyük ihtimalle tilki yavrularını gözüne kestirmiş... Zira bu kuşlar bin metreden yerdeki bir fareyi bile seçebilecek keskin gözlere sahip...Belki de bu kayalıklarda yuvası vardır diye düşünüyorum ve dürbünle kayalıkları tarıyorum. Evet, işte orada yavruları... Üşenmeyip o yolaktan yukarı çıkıp tepeden bakıyorum. Yuvada iki yavru var ve bir şey ile ziyafet çekiyorlar. Muhteşem bir manzara...
            ''İyiki tilkiyi takip etmişim, kısa günün karı'' diyorum kendi kendime...Şu doğa ne harika, ama bakmasını ve görmesini bilenlere...
            Gözlerim uzaklara, karşı kayalıklara dalıyor. Çocukluğum gözlerimin önüne geliyor. Bir duygu sağanağı irademi esir alıyor sanki...Bu topraklara bağlılığımı ben de izah edemiyorum, zira bu bir hissediş meselesi...
            Ve arabama yöneliyorum. Karnım da epey acıkmış. Arabada atıştırmalık faslı ve o virajlı yollardan inmeye başlıyorum...
            Zamana veda...