Polikliniğe girince doğruca masama yöneliyordu. Karşıdaki koltuğu işaret ediyordum: ''Mahmut bey, şöyle oturun da konuşalım'' diyordum, ama o yine ayaktaydı. Haliyle ilk sorumu soruyrdum: ''Şikayetiniz nedir?''
            Kaş göz işareti ile sekreteri gösteriyordu bana...Anlamıştım...''O zaman şu perdenin arkasına geçin de orada konuşalım'' dememe rağmen yine ayaktaydı. Mecburen kalkıyordum...''Gelin şu arkada konuşalım, rahatça anlatırsınız!'' Ve zor da olsa birebir kalmıştık. O özel durumunu anlatıyordu...''Bittim ben, artık hayattan zevk alamaz oldum. Param pulum var, ama neye yarar!''
           ''Tamam, anladım'' diye baaşlayan cümle kurarak o konu ile ilgili sorular soruyordum. Ve o sırada cep telefonu çaldığında bakıyordu, ama muhatabının yüzüne kapatıyordu. ''Lanet canına kör şeytan'' diye de söylenmeden edemiyordu. Belli ki çok kızmıştı karşıdakine...Birden sesini yükseltiyordu...Burnunun kanatları titremeye başlamıştı ve yüzünde tiklerin oluştuğunu görüyordum.
            ''Mazlum'' diyordu, ''insaf et, böyle kabarık bir fatura çıkaracağını bilseydim arabamı sana getirir miydim! Kardeşim dört tane buji değiştirdin, yağını değiştirdin! Ne yaptın da bu parayı istiyorsun!'' Karşı taraftan ne dendiyse birden sağ eli ile muayene masasına vuruyordu...''Ben sana borcum ne olur diye sormadım mı! Sen de dedin...Birşeyler yaparız dedn, öyle değil mi! İşte şimdi bana 'birşeyler yapıyorsun.' Mertliğe sığar mı, dostluğa sığar mı senin bu yaptığın!''
            Müdahale etmek zorunda kalıyorum arada...''Mahmut bey, tamam, sadede gelelim diyordum, ama nafile...Adam kopmuştu , adeta cinnet hali vardı.'' Ayhan Songar'ın o sözü aklıma geliyordu...''Cinnet geçiren bir hasta karşısında hemen perdeleri kapatın ve sahneyi derhal terkedin!'' Gerçi bu söz psikiyatrik vakalar için söylenmiştir, ama bu hastada da mini bir cinnet hali gözleniyordu. Hastamızın adı Mahmut'tu ya...İnsan ister istemez şöyle düşünmeden edemiyor...''Vermemiş Mabut, neylesin Mahmut!''
            ''Ne balataları da mı değiştirdin? Yaa kardeşim arka tamponda ufak bir darbe izi vardı, hadi düzelttin de sadece orasını boyasaydın ya! Ne diye tüm tamponu boyuyorsun!''
            Hani Mahmut bey diyordu ya Mazlum'a ''birşeyler yaparız, mesele değil:'' Bu söz benim bir anımı tetiklemez mi o an...Anladım merak ediyorsunuz, o halde anlatayım da içimde kalmasın. Bakın nereden nereye geldik!
            Asistanlık yılarımdı, arabam yok elbette altımda...Tatile gidelim dedik. Oğlum da iki yaşlarında...Bir yakınımız Alanya'da bir pansiyon adı veriyordu ve biz de telefonla yer ayırtıyorduk. Öyle ya asistan maaşı ile beş yıldızlı otele gidecek halimiz yok ya...Zaten o zamanlar lüks oteller de çok yaygın değildi, olsaydı da gidemezdik zaten...Neyse uzatmayalım, otobüsle Alanya'ya gittik ve garajdan da yürüyerek mahalle içinde izbe bir yerde izbe bir pansiyona varmış olduk. Bilmem ki pansiyonun adını karartsam mı! Hayır karartmadan yazacağım. Hani eskiler derler ya ''canım tav tav oldu, sav sav oldu, anlat gitsin!'' Evet söylüyorum ve yıllar sonra afişe ediyorum: ''Unutulmaz Pansiyon.'' Neyse, sahibi bizi güleryüzle karşılıyordu ve odamıza yerleşiyorduk. Kahvaltı, öğle ve akşam yemeği dahil fiyata... Ama denize o kadar uzak ki. Oğlumu arabasına bindiriyoruz ve o sıcakta ha babam de babam evler arasında geçip sahile ulaşıyoruz ve denize girebiliyoruz.
            Ha unuttum söylemeyi...İlk gün soruyoruz pansiyon sahibine:''Murtaza bey, borcumuz ne olacak, hani bilelim de sonra mahcup olmayalım!''  Murtaza bey tebessüm ediyor...''Aman hocam lafı mı olur, birşeyler yaparız!'' Ayn gece eşim rahatsızlığını dile getiriyor...''Bak böyle olmaz, yarın bir daha sor da borcumuzu bilelim! Ya ayrılırken uçuk bir rakam söylerse!''
            Ben çok bilen birisiyim ya...Hemen itiraz ediyorum: ''Yok canım, adam hiç de öyle birisine benzemiyor. Soracaksan sen sor, benim yüzüm tutmaz!''
            Ve ertesi gün kahvaltıda eşimle göz göze geliyoruz. İşaret ediyorum: ''Sorsana!''
            Eşim utana sıkıla soruyor: ''Murtaza bey söyleseniz de bilsek, hani borcumuz ne olacak?''

            Adam yine pişkinliğe verip aynı cevabı veriyor...''Yenge yabancı değilsiniz, birşeyler yaparız!'' İçimden de demenden edmiyorum...''Gerçekten bu adam bize 'birşeyler' yapmasın sonra!''
            Ve gün doluyor, ayrılık vakti geliyor. Pansiyondan ayrılırken eşim yinesoruyor:''Borcumuz?''
            Murtaza bey arabası ile bizi garaja bırakacak ya, biniyoruz arabaya ve garaja geliyoruz. O sırada borcumuzu söylüyor...''Aman Allahım beş yıldzlı bir otel fiyatı!'' İkimiz de donup mkalıyoruz ama mecburen kuzu kuzu o ücreti ödüyorum, ama içime oturuyor inanın. Cebimde o kadar az para kalıyor ki... O para ile Ankara'daki garajdan evimize minibüsle ancak gelebiliyoruz.
            Dönüp Mahmut beye söylüyorum...''Ben de 'birşeyler yaparız' diyen pansiyon sahibinden öyle bir kazık yemiştim ki! Adam meğer gerçekten bize 'birşeyler yapmayı' tasarlıyormuş!''
            Beraber gülüyoruz...Nereden nereye...
            Bu bana ders oluyor...Bir daha ''birşeyler yaparız''a kanmamayı öğreniyorum...