Sanat bir güzellik ifadesidir. Bu ifade tarzı, renklerle, kelimelerle, çizimle, çamurla, mermerle,musıki ile ve daha nice enstürümanla gerçekleştirilebilir. Sanat, sanatkarın yeteneği doğrultusunda çok geniş sınırları olan bir dünyadır. Bu dünyanın temeli hayal gücüdür. Hayal edebildiğiniz sürece yaratırsınız.
Sanat eserlerinin anlaşılması bir eğitim gerektirmektedir.Eğitilmemiş gözlerin önünde Rembrandt, Da Vinci, Picasso ve diğer sanatçılar bir anlam ifade etmez, eğitilmemiş gözler bu eserlerin değerini ölçemez, aynı şekilde eğitilmemiş kulaklar da , Mozart, Bethoven, Haydn, Hamamizade İsmail Dede, Hacı Arif Bey ve daha nice bestekar bir etki bırakmaz. Bırakın etkiyi, anlamadığı için bir sürü de aşağılayıcı ifadeler de duyabilirsiniz bu kişilerden . Sanattan anlayacak idrakten yoksun kişilerin beyanlarını esas alırsak bu dünya devi sanatçıların yarattıkları sanat eserlerini yok mu sayacağız. Tabiki hayır.
Sanatın kıymetini takdir edemeyecek bir zümre önünde sanat eserleri , yol kenarında bir tesadüf sonucu yetişmiş çok nadide yetişen bir çiçeğin,bir cahilin ayakları altında ezilmesi gibi tarumar edilmekten farkı yoktur.
Sanatkarın gıdası alkıştır, takdirdir, Sanattan anlayan bir kitlenin karşısında alkışlanmak bir sanatkar için en büyük şereftir. Lakin sanattan anlamaktan bihaber kitlelerin alkışlarının da pek bir manası yoktur. Çok yerde şahit olmuşumdur, hiçbir sanat değer taşıyan icralarla seslendirilen eserin , bestecisinin duysa tüylerini diken diken edecek icraları , bağırmayı marifet sayan sözde şarkıcıların alkış tufanı ile taltif edildiklerine çok şahit olmuşumdur .
Öncelikle kimseyi küçümsemek veya yermek maksadı taşımadığımı ifade etmek istiyorum. Hani bir deyiş var Oxford vardı da biz mi gitmedik… Sorumluluk ve eksiklik eğitim sistemindedir.İnsanlara sanat zevkini ve sanat değerini aşılayacak olan eğitimdir. Eğitimden mahrum kalmış insanların bir günahı olamaz.
İlk olarak kendi toplumumuzun sanat ve sanatçılarını ve daha sonra da evrensel sanat ve sanatçıların yapıtlarını tanıtmak lazımdır.
Vaktiyle Rusya da yaşanmış bir anekdotu yeri gelmişken sizlere iletmek istiyorum.
Bir tarihte Rusya da Shakspear’in Hamlet’ini oynuyorlarmış ‘’ Olmak yada olmamak ‘’ tiradına sıra gelmiş. Aktör Minakyan kral rolünde imiş,Hamlet rolünü oynayan Atamyan sahneye giriş yapmış , Atamyan’ın kıyafetini kusurlu bulan Minakyan olayı şöyle nakleder.
-Sarayda kendi odasından kralın huzuruna gelen Hamlet’in belinde hancerden başka bir şey bulunmaması gerekirken, Atamyan hem kılıç kuşanmış hemde havraniyenin bir ucunu sol koluna sarmış belindeki kılıcı da çapraz vaziyette üzerine koymuş , daha üstüne de okuyacağı kitabı bırakmış.Ben seyirciden ıslık sesleri beklerken ,bir anda müthiş bir alkış koptu ve o kadar uzun sürdü ki Atamyan bir süre sözüne başlayamadı.
Bakındım ortada alkışlanacak bir şey göremedim, belki tam aksi durum vardı…
Nitekin perde bitti bir yığın halk kulise akın etti, odalarda ve kuliste Atamyan’ı arıyorlardı. Gazetelerde sanat kritikleri yazan bir yazar arkadaşı kalabalık içinde yakalayıp sordum. ‘’ Yahu kuzum ne oluyor ‘’
‘’ Ah dedi sorma ; Atamyan öyle bir şey yaptı ki , kılıç ve kolu ile yaptığı platformun üstüne kitabı koyarak hayat ve mematın sembollerini birleştirerek söyleyeceği tirada muhteşem bir etki kattı.
Minakyan gibi bir sanat adamının göremediği ince mizanseni gören ve takdir eden halktan alınan alkışın kıymeti ölçmeye imkan yoktur. Rus halkının o dönemlerde ki sanat anlayışını gösteren bu anekdot önemli bir örnektir. Rusya’nın o dönemlerde köy evlerinde bile Piyano bulunmaktaydı. Bizim Kars ilimizde bulunan köy evlerinde bile bir zamanlar Piyano bulunmaktaydı . Bu konuyu anlatan sinema filimleri geçtiğimiz yıllarda vizyona girmişti.
Sanatın ve Sanatçının gerçek değerini anlayacak günlere en kısa sürede ulaşmak ümidi ile hoşça kalın.