Âlem aşk üzerine yaratılmış. Kişinin aşkı “Bir”e ulaşmak yani kâmil olmak arzusudur. Kâmil olmayı istemek tam olmayı yani eksiğini tamamlamayı hedeflemektir. Âlem O’nun tezahürü, insan da… Bütüne cüzden de ulaşılır. İnsanın karşı cinse aşkı da hem O’ndan zuhur eden güzelliğe gönlünü vermek hem de kendi eksiğini tekâmül için cüzden bütüne yol almak.
  Yol engellerle doludur. Şuur onları aşmakta… En büyük set meşguliyetlerimiz yani zamansızlık. Günlük hayat içindeki uğraşlarımız, didinmelerimiz aslında esaretimiz. Zamanımızı özgürleştirmeye muhtacız. Boş zamanı yakalamak gerekiyor; kendin olmak için, sende tecelli eden istidadı, kabiliyeti keşfetmek ve yükseltmek için. Aşkın tarifi kemâle yolculuktur. Zamansızlık esaretinden kurtulmadan yola çıkılmaz ki. Yeniden zamanımızı ele geçirmek, birkaç ilave boş zaman kazanmaktan öte, bu olgu karşısında tüm tutum ve gündelik hayatımızı gözden geçirdiğimizde mümkün olur. Yoğunluktan yorgunuz. Modern toplumun yorgunluğudur bu. Kendimize ayırdığımız boş zamanımız kalmamış. Marx gibi kapitalizmin muhaliflerinin öncelikli gündemi çalışma saatlerini düşürmekti. 16 saatlerden şimdilerde 8’e düştü. Daha da düşecek gibi. Yeni hedef, haftada otuz beş saattir. Ama bu boş saatimiz var anlamına gelmiyor. Bu sadece etkin ücretli çalışma zamanıdır. Kentsel ulaşım ağındaki taşıtlarda geçen zaman da esaretimiz değil mi? Tüketiriz zamanı… Sadece yolda mı? Televizyon karşısında, arabamızın bakımında, elektronik aletlerimizin detaylarında… Arabanın daha fazla tükettiği nedir? Benzin mi, zaman mı? Tartışma konusu olabilir. Veya tatillerimiz… Tatil zamanı, endüstriyel ve teknik zamanın araçsallaştırdığı bir yatırım biçimine dönmedi mi? Konformizm ve güvenlikli eğlence pazarlamaları kapatılan yani boş zaman yanılsamasıyla tüketilen süreçler değil mi?
 Herkes, iş yerindeki zamanın baskılarından kurtulur kurtulmaz, saatlerini yönetim, ticaret, sağlık hizmetleri ve televizyon haberleri arasında en doğru biçimde bölüştürmek için kafa yormuyor mu? Günlük hayatımızda dört ana gösterge arasında denge kurmaya çalışırız; Beslenme ve uyuma ihtiyaçlarımız ile biyolojik yaşamımız; her dem gerekli olan parayı sağlayan ticari yaşamımız; aileye ve arkadaş guruplarına ayrılmış ev veya özel yaşamımız; ve son olarak bize en yakın olan kişisel yaşamımız. Bunların baskıları ve paylaşım oranları hiçbir zaman sabit olmaz. Birbirine indirgenemeyen, birbiriyle örtüşen, değişik zamansallıkların dayattığı öncelik çekişmeleri her daim yaşanır. Kişinin özgür sığınağı kişisel zamanıdır.
  Modern toplumda esaretten kurtaracağımız boş zamanı yani kişisel zamanımızı çoğaltmanın iki cephesi var; hayatımızı şekillendiren anlam-değer dünyamızı sürekli güncelleyerek bilincimizi tazelemek suretiyle gündelik gereksiz meşguliyetleri minimize etmek; diğeri de varlığımızı sürdürmek için ihtiyacımız olan, geçim standartını yakalamak adına gerekli olan ücretli çalışma saatini azaltmak.
 Aslında ikisini de karşılayan kavram; verimlilik. 
 Yirminci yüzyılın sonunda, ekonomik etkinlik hem kendi uzaysal alanı uzantısında küreselleşmekte, bilişim ve hizmetler kesiminin artan ağırlığıyla maddeden arınmakta, hem de ürünlerin yelpazesi içinde son ucuna kadar çeşitlenmektedir. Her şey satın alınmakta, satılmakta ve hesaplanmaktadır. Bu değişimler yeni bir ekonomik zamansallığa yol açtı. Şirketler, sektörler ve ülkeler için ölüm kalım savaşı olan kârlılık ve verimlilik savaşı, aslında zamansallık savaşıdır. Zaman, kendisinden sürekli olarak daha fazla para kazanmak için, sıkıştırılır. Süreleri kısaltmak, zamana ilişkin düzenlemeleri yoğunlaştırmak, eşzamanlılıkları geliştirmek ve zamanı minyatürleştirmeye zorlamak için bilgisayar vazgeçilmez bir konuma gelmiştir.
 Ekonominin dayattığı sıkıştırılmış zaman kendi paradigması içinde çalışma sürelerini de minimize edecek, ediyor. “Zambak” adını verdiğimiz zamandan ve mekândan bağımsız kamu yönetim modeli öncü bir uygulama pratiği idi.  Biyolojik ve ticari yaşamımız yeni ekonominin paradigmasıyla boş zamanı üretecek belki ama muhakkak ki tüm dünyada aynı anda değil. Paradigmanın gereklerini yapan ülkeler hem iktisaden fark atacak hem de kendi ülke insanına kemâle giden yolda boş zaman özgürlüğünü yaşatacak. Bu işin kamusal sorumluluk alanı; bir de bireysel sorumluluğumuz var ki, aile ve cemiyet hayatımız olarak tanımladığımız özelimizde verimliliği egemen kılmaktır.
  Mutluluk verdiği ispatlanan sade hayatın gereği olan fazla eşyalardan kurtulma mantığı gibi “anlam” dünyamıza olumlu( verimli) katkı yapmayan meşguliyetlerinden vaz geçerek, esaretinden kurtulmak aşka giden yolu engellerden temizleyecektir.