GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

Türkiye sanıldığı gibi su zengini bir ülke değil. Aksine su sıkıntısı çeken ülkeler kategorisinde yer alıyor.

Dünyadaki hızlı nüfus artışı nedeniyle miktarı giderek azalan su, petrolden daha değerli hale geldi. Çünkü petrolün alternatifleri var ama suyun yok… Su bakımından yoksul ülkeler açısından tehlike çanları çalıyor.

Ankara Ticaret Odası (ATO)’nın, uzun zaman önce, 2006 yılında hazırladığı su raporu Türkiye’nin sanılanın aksine bir su cenneti olmadığını ortaya koydu.

Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan “Gelecek İçin Tatlı Su 2003” raporuna göre, Türkiye 2025 yılında ciddi bir su sıkıntısı çekecek.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün verileri de Birleşmiş Milletlerin raporunu doğruluyor. Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı yıllık 1.642 metreküp olan Türkiye, uluslararası ölçütlere göre “su sıkıntısı çeken ülkeler” kategorisinde yer alıyor.

Devlet İstatistik Enstitüsü 2030 yılında Türkiye’nin nüfusunun 100 milyon olacağını tahmin ediyor. 2030’da kişi başına yıllık su miktarının 1.000 metreküpün altına düşmesi ve Türkiye’nin “su fakiri” bir ülke haline gelmesinden endişe ediliyor.

Türkiye’nin yıllık ortalama akarsu potansiyeli 186 milyar metreküp civarında… Ek olarak 10 milyar metreküp de yeraltı suyu bulunuyor. Türkiye 186 milyar metreküp suyun ancak 95 milyar metreküpünü tüketim için kullanabiliyor.

Türkiye su ihtiyacını 26 nehir havzasından karşılıyor. Son 40 yıllık dönemde bu su kaynaklarında hızlı bir kirlenme yaşandığı belirtiliyor. Meriç, Susurluk, Gediz, Sakarya gibi nehirler ve yeraltı sularının hemen hepsi kirlilik sorunuyla karşı karşıya…

Rapora göre, dünyanın su bakımından en sorunlu bölgesi “petrol zengini” olan Ortadoğu… Ortadoğu, dünya nüfusunun yüzde 5’ini barındırıyor. Ancak dünyadaki temiz su kaynaklarının sadece yüzde 1’i bu bölgede bulunuyor. Üstelik bu kaynağın yüzde 90’ı sınır aşan sulardan oluşuyor.

Birleşmiş Milletler, “Gelecek İçin Tatlı Su 2003” raporunda, 2040 yılında Ortadoğu’da “su savaşları” yaşanabileceği uyarısında bulunuyor. Ortadoğu’nun su kaynaklarını elinde tutan Türkiye ise çatışmanın tam odağında yer alıyor.

Türkiye su ihtiyacının yüzde 28. 5’ini Fırat, Dicle ve Asi Nehri karşılıyor. Fırat ve Dicle, Türkiye’den doğup Irak ve Suriye’den geçerek İran Körfezi’ne dökülüyor. Asi Nehri ise Lübnan doğup Suriye’den geçtikten sonra Türkiye’ye giriyor.

Ortadoğu için Türkiye’nin suyu petrol kadar değerli… Su yüzünden Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerimiz diken üstünde… 35 bin insanın ölümüne ve 100 milyar dolarlık ekonomik kayba neden olan terörünün bölge ülkeleri tarafından desteklenmesinin en önemli nedeni de Türkiye’nin su kaynakları…

Türkiye’nin GAP Projesi ile Fırat ve Dicle’yi kullanma seviyesinin artacak olması Suriye ve Irak’ı kaygılandırıyor. GAP kapsamında, 22 baraj, 19 hidroelektrik santrali ve 1.7 milyon hektarlık sulama sistemleri yapımı öngörülüyor. (2006 yılı raporuna göre) Yapımına 35 yıl önce başlanan projede, bugüne kadar 13 baraj, 7 hidroelektrik santrali tamamlandı. Sulama projelerinin ise yüzde 13’ü gerçekleştirilerek 222 bin hektar alan sulamaya açıldı. GAP tamamlandığında Türkiye Fırat ve Dicle’nin yüzde 29’unu kontrol altına alacak.

Dicle üzerinde yapılan baraj ve sulama projelerinden Suriye’nin, Fırat üzerinde yapılan projelerden de Irak’ın etkilenmesi, bu ülkelerle çatışma ihtimalini gündemde tutuyor.

Fırat ve Dicle nehirleri ile ilgili olarak Türkiye’nin yükümlülük altına girdiği ilk antlaşma Lozan Barış Anlaşması… Anlaşma, Türkiye’nin çıkar ve haklarını koruyor.

1946, 1947, 1976 ve 1987 yıllarında imzalanan anlaşma ve protokollerde, Türkiye’nin Dicle ve Fırat’tan endüstriyel ve tarımsal amaçla yararlanmasını engelleyen ve Türkiye’yi yükümlülük altında bırakan hükümler bulunmuyor. Herhangi bir ihtilâfta, tarafların eşit oranlarda temsil edilmesini öngörüyor. Türkiye suyun hakkaniyet ölçüsünden paylaşılması için hukukî düzenlemelere sadık kalıyor.

Türkiye, Fırat ve Dicle’yi “sınır aşan sular” olarak kabul ederken Suriye ve Irak, “uluslararası sular” olduğunu öne sürerek Türkiye’nin haklarını kısıtlamaya çalışıyor.

Asi Nehri ile ilgili olarak 1939’da Türkiye ile Suriye arasında bir protokol imzalandı ve tarafların Asi Nehri’nden “eşitlik” ilkesine göre yararlanması hükme bağlandı. Ancak, Suriye bu protokole uymuyor.

Sınır aşan sular konusunda kıyıdaş devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini belirleyen kapsamlı ve tüm uyuşmazlıklara uygulanabilecek nitelikte uluslararası kurallar bulunmuyor. Ancak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun “Devletlerin Ekonomik Hak ve Yükümlülükleri” hakkındaki 12 Aralık 1974 tarihli kararının 3. maddesine göre, bu kaynakları paylaşan ülkeler diğer kıyıdaş ülkelere esaslı zarar vermemek ve kıyıdaş ülkelerin hukuksal çıkarlarını ihlâl etmemek zorunda…

Türkiye, Irak ve Suriye arasında su konusundaki uyuşmazlığa çözüm bulmak üzere 1980 yılında “Ortak Teknik Komite” oluşturuldu. 30’a yakın görüşme yapılmasına rağmen sonuç alınamadı. Türkiye bu görüşmelerde, su ve toprak kaynaklarının envanterinin çıkarılması, hangi tarımsal projelerin nerelerde ve hangi sulama koşullarıyla en rasyonel biçimde uygulanabileceğinin belirlenmesi şeklinde üç aşamalı bir plân sundu.

Irak ve Suriye bu plâna karşı geldi ancak bir alternatif de sunamadı. Türkiye’nin inşa ettiği barajlarla suyun güneye doğru akmasına engel olduğunu öne süren Suriye, 12 Haziran 2005’de 1993 yılında askıya alınan üçlü görüşmelerin yeniden başlaması için çağrıda bulundu.

Suriye ve Irak’ın uluslararası platformda öne sürdüğü haksız tezler Türkiye’nin yatırımlarına engel oluyor. Türkiye’nin Dicle Nehri üzerinde yapmayı plânladığı Ilısu Barajı için anlaşma yoluna gittiği İngiliz Şirketi Balfour Beatty, İngiliz Hükümeti’nin uyarısı ve uluslararası örgütlerin itirazları sonucu vazgeçti. Bu itirazların haklı bölümünü tarihi Hasankeyf’in sular altında kalacak olması oluşturuyor. Ancak asıl itiraz nedeni, Dicle’nin uluslararası su olarak görülmesi nedeniyle gelecekte ihtilaf çıkacağı ve İngiltere’nin de taraf olmuş sayılacağı…

(Önemle tekrarlıyorum, rapor 2006 tarihli… 2025 yılında kuraklık olacak, deniyor.) Yorum sizin.

(DEVAM EDECEK)