Her zaman getirdiği tatlıyı ve kolonyayı masama bıraktığında arkasına yaslanıp derin bir oh çekmekteydi. Yıllardır tanıdığım Nahit Bey epey uzaktan gelmekteydi. Diyebilirim ki muayenehanemin ''gedikli hastalarından'' birisi olmuştu adeta. Bu ''gedikli'' terimini belki de bilmeyenler olabilir. Bir yere sürekli gittiğinizde o mekanın kayıtlı bir elemanı olursunuz ve size ''gedikli'' sıfatını takaarlar. Bu karşı tarafın kalben benimsemesidir aslında. Nahir Bey de şahsıma güvenmiş olacak ki uzak bir ilçeden muayenehaneme gelirdi. Hatta adını vermeyeceğim, ama Yeşilşehir diye niteleyeceğim bir şehri geçip bana gelirdi. Kendisi derdi: ''Bak Yeşilşehir'i geçip sana geliyorum!'' Kendisine prostat ameliyatı ve üretra darlığı ameliyatı yapmıştım ve üretra darlığının da mutlaka nüks edeceğini kendisine anlatırdım. Dediğim gibi o ilçe ile özdezleşen ve haliyle o ilçenin adını taşıyan tatlıyı her gelişinde mutlaka getirirdi. ''Vallahi seni ailemden birisi olarak görüyorum'' şeklindeki ifadesinin de kalbini yansıttığını gayet iyi bilirdim.

            ''Nahit bey, Hoş geldin sefa geldin de bu sefer arayı biraz uzattın. Özlettin kendini'' dediğimde bir an susuyordu, sakalını sıvazlıyordu ve bakışlarını benden kaçırarak pencereye doğru bakıyordu. Bir derdi vardı belki de... Aslında neşeli ve şakacı bir insandı ve güngörmüş birisi olduğunu da gerek konuşmalarından, gerekse vücut dilinden ve özgüveninden anlamamak mümkün değildi. Sonra bakışlarını bana yönelterek ''sorma'' diyordu, ''başıma öyle bir iş geldi ki!'' Ve arkaya yaslanıyordu. ''Galiba'' diyordum, ''mahrem bir konu, yani ailevi... Eğer öyleyse benimle paylaşmak zorunda değilsin.'' Ayağa kalkıp iki elini masama koyuyordu... ''Senin vicdanına o kadar güveniyorum ki... İnsan sıkıntısını dostuna anlatınca rahatlıyor. Hem de belki bana bir akıl verirsin,bir yol gösteririsin ne bileyim!''

            Merak etmiyor da değildim. ''Nahit bey gücümüzün yettiğince, dilimizin döndüğünce yardımcı olmaya çalışırız'' diyordum. O sırada çaylar da geliyordu.

            ''Sorma üstadım, bir gönül meselesi anlayacağın. Nasıl oldu, inan ben de anlayamadım. İşte oldu bir kere!''

            ''Yani düşmez kalkmaz bir Allah demek istiyorsun'' dediğimde başı ile onaylıyordu.

            ''Baştan anlatayım. Biliyorsun ben ticaret yapıyorum. Arabamla mal dağıtırım. Ayrıca semt pazarında da satarım kolonyayı. Sana da her gelişimde kendi ürettiğim kolonyadan getiriyorum ya.'' Bir an susuyordu ve sonra devam ediyordu: ''Yani anlayacağın uzun zamandır şu gökyüzü bütün ağırlığı ile üzerime çöktü desem yeridir.''

             Terlemişti ve cebinden çıkardığı mendil ile terini siliyordu. ''Pazarda yan yana tezgah açtığımız bayana da kolonyadan veriyordum, satıyordu. Gel zaman git zaman aramızda bir samimiyet oluşmaya başlamıştı. Kocasının öldüğünü söylüyordu. Zaman zaman onun malını da arabam ile pazara taşımaya başlamıştım. Ayrıca akşam onun malını da yine arabamla evine götürmeye başlamıştım.''

            Araya giriyordum... ''Özeline girmek zorunda değilsin, istersen anlatmayabilirsin!'' Sağ elini havaya kaldırıp itiraz ediyordu... ''Artık ok yaydan çıkmış vaziyette. Anlatsam ne olur, anlatmasam ne olur. Zaten bütün ilçenin dilindeyiz!''

            ''Yani cin şişeden çıktı diyorsun'' dediğimde tebessüm ettiğini görüyordum.

            ''Sonra?''

            ''Sonrası şu muhterem... Yani gönlüm kaymış oldu. Benim de iki kız, bir erkek evladım var. Öyle çelişkiler yaşıyordum ki!''

            Nahit arada bir dalıyordu ve derin derin nefes alıyordu. ''Nahit sanırım epey de masrafın olmuştur. Nasıl olsa dünyalığın yerinde. Kadın da paranın kokusunu almıştır sanırım!'' Zoraki tebessüm ediyordu... ''Şükür yeteri kadar dünyalığımız var, kimseye muhtaç değiliz. Elbette at boş torbaya gelmez diye bir söz vardır hani.''

            ''Birşey söleyeyim mi! Aynen senin gibi bir dostum vardı, eşi öldü, haklı olarak yalnızlığını paylaşabileceği bir bayanla evlendi. Ama sonuç ne oldu biliyor musun?''  Merakla soruyordu Nahit: ''Ne oldu?''

            ''Şöyle oldu, miras konusunda babaları ile mahkemelik oldu öz çocukları. Bir de üstelik kendisini babalıktan reddettiler!''

            Ayağa kalkıyordu... ''Hocam sen de öyle kara bir tablo çizdin ki... Ben de senden fikir almaya gelmiştim.''

            ''Tamam da Nahit, ne yazık ki böyle oluyor sonuçta. Ben derim ki yol yakınken dönesin bu yanlıştan.'' Derin bir ah çekiyordu... ''Artık ok yaydan çıktı!''

            ''Yani diyorsun ki deve bayırı aştı!''

            ''Aynen öyle'' diyordu...

             Saatime bakıyorum... ''Nahit, bekleyen hastalar var, istersen ameliyat tarihini belirleyelim, seni sonra dinlerim.'' Tebessüm ediyor... ''Ben de öyle düşünüyordum, ama sonucu çok farklı. Akşam çıkışta İnegöl Köftecisi'nde buluşalım mı? Anlatacaklarım var.''

            ''Bak bu çok mantıklı'' diyorum ve ameliyat tarihini de belirliyorum. Çıkarken ''köftecide buluşmak üzere'' diyor.