Kalbi dost Erdem ile sadece arkasından bakakalmıştık o anda. Hani derler ya ''o bana baktı, ben ona baktım, bakıştık!''  Evet, ''kimin arkasından mı'' diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Söyleyeyim... ''Herşeyi bilen, ama cehaletinin farkında olmayan, bir de edep ve hayadan nasiplenmemiş o kişiden bahsediyorum. Adına karartma uygulayarak anacağım onu. Ne diyelim? Hah işte buldum...''Münasebetsiz.''  Yoksa ''Çokbilmiş'' mi desem. Evet karar verdim ona ''Çokbilmiş'' diyeceğim. Zira ilk isim biraz ağır kaçtı. Hani edep ve haya var ya...

            Evet, nerede kalmıştık? Erdem ile çay içip sohbet ederken Çokbilmiş masamıza geliyordu ve biz de nezaketen tebessüm etmek zorunda kalıyorduk. Aslında meşrebini bildiğim bu kişiyi caddede gördüğümde ya telefonuma bakma bahanesiyle muhatap olmamaya çalışırdım, ya da mesafe uygun ise ve uzaktan görmüşsem karşı kaldırıma geçerdim hep. Ama bu sefer gafil avlanmıştık.

            Adam edep ve haya sınırlarını zorlayarak ve belki de sabrımızı zorlayarak konuşuyordu. Hani buna konuşma da denmezdi. Bütün değer yargılarımı8za, toplumun yüzyıllardır saygı duyduğu ortak paydalara alenen hakaret etmekteydi. O anda o söz aklıma geliyordu: ''İnsanlığınıza değer katan insanlarla oturup kalkın.'' Tamam da üstadım bu adamın değil gerçek suretinden, fotoğrafından bile hazzetmem ben aslında. Adam emrivaki yaparak oturmuştu masamıza... O konuştuğunda kendimi mümkün olduğunca onun kütlesinden uzak tutmaya çalışıyordum. Niye mi? Zaten baygın bakışlarından ve dengesini sağlayamamasından anlaşılıyordu hali. Lafı dönüp dolaştırmayayım... Ağzı leş gibi alkol kokuyordu. Alkolü onun olsun, özel hayat kutsaldır, ama midemi bulandırmak zorunda mısın bay Çokbilmiş...

            Neyse... Çokbilmiş'in kutsallarla alay etmesinden rahatsız olan Erdem yüzüme bakıyordu. Aklından geçenleri anlıyordum. Verilecek çok cevabım vardı, ama susuyordum. Hani neresinden tutsan dökülüyordu adam. Erdem elini sallayarak soruyordu bana: ''Bu kim birader, şuna susturucu iki kelam etmedim kardeş. Ne münasebetsiz bir adam bu!''

            Sağ elimi Erdem'in omuzuna koyuyordum, teselli eder gibi...''Adamın hiçbir kutsalı olmayınca böyle oluyor demek ki! Ona cevap vermekten haya ettiğim için susmayı tercih ettm, bilesin!''

            Erdem bakışlarını bana kilitliyordu ve yüzünde tikler oluştuğunu da görüyordum. ''İyi de adam bizi zavallı konumuna sokmuş oldu. Hiçbirimiz cevap veremedik!''

            ''Öyle değil, zavallı bir insan karşısındaen düzeli sükut etmektir. Susmak aslında onu değersizleştirmektir!''

            Erdem itiraz ediyordu... ''Hayır, cevabını vermeliydik. Bir de şu dikkatimi çekti. Adamda niyet okuma melekesi gelişmiş galiba. Acaba ikiimizin de niyetini okumuş mudur? Ne dersin?''

            Gülüyordum... ''Ben sana bir şey söyleyeyim mi! Gel bu adama bir isim takalım. Ne diyelim? Bak şimdi aklıma geldi...''

            Sözümü kesiyordu merakla...''Ne ismi?''

            ''Çatallıdil.''

            Erdem gevşemişti ve gülüyordu...''Tam uydu. Yani yılan yaptın adamı..''

            ''Ben konuştuklarında sonra bu ismi uygun gördüm. Zira adamın dili zehir saçıyor. Ben sana bir hatıramı anlatayım da Erdem, biraz rahatla, boşver. Hani o sözü de çok severim. Bilge kişi diyor ya 'Mecliste arif ol kelamı dinle... El iki söylerse sen birin söyle...' Susuyorsak aczimizden değil de edebimizden...'' Ve o hatıramı anlatmaya başlıyordum.

            ''Birgün bir meslektaşımız hastane koridorunda yanıma yaklaşıyordu..Dernekte bir sohbet toplantısı varmış. Konuşmacı da eski bir siyasetçiymiş. Adını söyleyince yüzüm buruşmuştu. Zira 30 sene halkın ensesinde boza pişiren bu kişiye ben ''yanar döner'' derdim. Zoru görünce tabanları yağlayan bu adamı televizyonda görünce midem bulanırdı..Muhatabıma şöyle diyordum. ''Kusura bakma, ben o kişinin resmini gördüğümde midem bulanır, şimdi bir de canlısını görürsem korkarım ki kusarım.''

            Erdem söze giriyordu: ''Bence bu Çokbilmiş algı operasyonunda kullanılan bir aparat. Böyleleri genellikle karanlık mihrakların adamı oluyor. Toplumdan kopuk ve insanı zehirleyen dile sahip.''

              ''Erdem, ben bir söze bakarım, bir de sözün çıktığı ağıza. Gerçeği bulmada o ağız bilmeden benim yolumu bulmama yardımcı oluyor. Söylediklerinin tersini yaparsan işte sana kurtuluş!''

              Gülüyordu... ''Zanda ileri gitmedik değil mi?'' diye soruyordu.

               ''Zan değil durum tesbiti. Adam bu ülkenin halkından zaten kopmuş.!''

              ''Yani bir zavallı mı?'' diye soruyordu.

               ''Elbette, sadece acımak lazım. Onların da fesatlıktan vazgeçmesini temenni etmekten öte elimizden bir şey gelmiyor.''