Türkiye askeri müdahalelerle ilk defa 27 Mayıs 1960 da tanıştı. 28 Şubat 1997’ye kadar yaşananların hepsine darbe demek ne derece doğru bilmiyorum. 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980’nin dışındakiler olsa olsa birer uyarı sayılabilir.

Darbe fobisi olan AKP üç yıl önce darbeye teşebbüs suçlaması ile Ergenekon, Balyoz, Andıç gibi adlar altında soruşturmalar başlattı. Başta asker olmak üzere pek çok önemli isim tutuklandı. Binlerce sayfa iddianameler hazırlandı. Davalar açıldı.

Yeterli sağlam kanıtlardan yoksun davalar halen sürüyor. Suçlananlar neyle suçlandıklarını tam olarak bilmeden, geri gelmeyecek ömürlerinin bir bölümünü dört duvar arasında geçiriyor. Ne zaman biteceği hiç kestirilemeyen bu davalar sürerken 12 Eylül’ün yaşayan iki ismi, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanmasına başlandı. Tüm darbeler hakkında Meclis araştırması için komisyon kuruluyor.

En son da  Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 28 Şubat soruşturması kapsamında dönemin Genelkurmay ikinci Başkanı Çevik Bir ve 31 kişi göz altına alındı. Sorgulamaları sonunda Çevik Bir ve bazı subaylar tutuklandı.

Bunlar resmi yargı süreçleri. Öte yandan yazılı basında televizyonlarda her akşam kurulan özel mahkemelerde yargılamalar, suçlamalar alabildiğine sürüyor. Bilinen kanalların belirli sunucuları ve karşılarına çıkarılan çanak soruları yanıtlayan sütten çıkmış ak kaşık misali kıyı köşede kalmış sözde mağdurlar…

Bütün bunlar iktidar yetkililerinin ifadelerine göre: Demokratik alanda temizlik adına yapılıyor. Türkiye darbelerle, demokrasiyi kesintiye uğratanlarla yüzleşiyor. Gerçekte ise yeni düşmanlıklar, kin ve nefret duyguları yaratılıyor. Kamplaşmalar iyice belirginleşiyor. Ülkeyi yönetenlerin birinci görevi, barışı ve kardeşliği sağlamak, yurttaşların sevgi ve dayanışma içinde güvenli bir ortamda yaşamalarını sağlamak değil mi?

Başbakan “hesaplaşma ve intikam duygusu içinde değiliz. Halkımız bunu bizden istedi” dese de diğer söylemleri bunun tam aksi ifadeler taşıyor. Ayrıca halk, öncelikle iş ve aş istiyor. Milyonlarca memur ve emekli yarısına yaklaşılmış 2012 yılının maaş zammını bekliyor. Elektriğe yakıta ödediği enerji bedeline yakın vergilerin kaldırılmasını, hiç olmazsa oranların düşürülmesini istiyor.

Darbelerle yüzleşirken tek taraftan bakılırsa haksız davranılmış ve yanlış sonuçlara varılmış olur. Yalnız darbe sonlarını en ince ayrıntısına kadar didikleyerek sorgulamak, ama öncesini yok saymak, o günlerin olaylarını göz ardı etmek hataların en büyüğüdür.

Sanki darbeler öncesi ülkede her şey normal, halk huzur ve güven içinde, Demokrasi tüm kurumlarıyla işler durumda imiş gibi biz izlenim yaratılmak isteniyor. Durduk yerde o günlere gelinmedi. Askerler de kışlalarında bomboş otururken, canları sıkıldı, bir şeyler yapalım diye darbe yapmadı.

Bizim kuşak 27 Mayıs öncesini gayet iyi anımsar. Vatan cepheleri kurulmuş, her gün radyoda buraya geçenlerin isimleri okunuyor. İnsanlar ikiye ayrılmış. Öğrenci olayları, işçi grevleri, sokaklarda çatışmalar gündemi oluşturuyor. Mecliste oluşturulmuş “Tahkikat Komisyonu” adı altındaki anayasa dışı bir kurul yargılama yapıyor.

Bunları unutmadık. Unutanlar, bilmeyen yeni kuşaklar, o günlerin yazılmış romanlarını, araştırma ve belgesellerini okusunlar. Gazete arşivlerine baksınlar. O günlerde gerçek gazeteler çoğunluktaydı.

12 Eylül öncesi: Sağ-sol ve mezhep çatışmaları. Sokaklar kan gölü. Can güvenliği kalmamış. Çocukları büyük şehirlerde üniversite okuyan aileler akşamları televizyonları karşısına kuşkuyla oturuyor. Aylardır Cumhurbaşkanı seçememiş bir meclis.

28 Şubata doğrudan “darbe” denilemedi. Bir yakıştırma yapılarak postmodern (alışılmadık, kural dışı) denildi. Oysa süreç tamamen anayasa ve yasaların sınırları içinde gelişmişti.

Karaları alan Milli Güvenlik Kurulu, ülkenin karşılaşacağı iç ve dış tehlikelere karşı alınacak önlemlerin konuşulduğu anayasal bir kurum. Bu kurumun tavsiye niteliğindeki kararları Bakanlar Kurulunda görüşülmüş, gereğinin yapılması için Başbakanın imzasını taşıyan bir genelge ile bakanlara gereğinin yapılması için gönderilmiş.

Görevlendirilen o günün bakanlarından ve bugünün yetkililerinden biri “kararların altında benim imzam yok” diyor görevini yaptın mı? Yapmadın mı? Diğeri ise “ben en son imzaladım” diyor. Önce veya sonra, fark eder mi?

Batı çalışma grubu da bu kararların uygulanmasını denetlemekle görevlendiriliyor. Amaç mevcut hükümeti, devleti bölücü ve irticai teröre karşı korumak.

Onbeş yıl sonra emekli olmuş, bu grupta görev almış kişiler “hükümetin görevlerini engellemek” iddiasıyla tutuklanıp yargılanıyor.

Bakalım sonuç ne olacak. Daha önemlisi ne kadar sürecek. Diğer davalar gibi bunun da uzayıp gideceği baştan belli gibi .