Diyorum ya yazmadan duramıyorum. Biraz önce bana ait bir hoş anıyı paylaştım ve bu duruma da ‘’samyeli’’ dedim. Baktım ki daha önce okumuş olduğum ‘’tıbbi anı kitapları’’ bana adeta göz kırpmakta…’’Bizden de alıntı yapsana’’ der gibi duruyorlar. İşte bir meslektaşımızın anısı…

Gök gürültülü ve yağmurlu bir gecede, sabaha karşı üç civarında, kapının güm güm vurulmasıyla fırladım yataktan. Uyku mahmurluğuyla araladım kapıyı. Karşımda iri yarı bir adam…

‘’Doktor yetiş, anam öliy!’’

Yüzümü bile yıkamadan, çoraplarımı giyemeden,pijamamın üstüne pantolonumu geçirip beş dakika içinde çıktım evden. Bu arada eşimin ‘’Erdinç, nereye gidiyorsun bu saatte, adamları tanıyor musun’’ sorusuna cevap bile veremedim.

Mahalleden çıkıp tarlalara girdik. Adamın biri, elinde fener, önümden yol gösteriyor, diğeri de ardımdan çantamı taşıyordu. Hiç konuşma yoktu aramızda. Acaba burası neresidir? Yarım saattir yürüyoruz, nereye geldik? Beni şurda keseler kimsenin haberi olmaz diye için için konuşarak, çamur batak içinde yürümeye çalışıyorum.

Sonunda bir yamacın kenarına kurulmuş gecekondunun kapısına geldik. Çömelmiş üç beş adam ayağa kalktı: ‘’Nerde kaldın ağam, anam kötüledi!’’

Kapı önünde belki kırk çift ayakkabı vardı. Ben de mecburen çıkardım çamurlu ayakkabılarımı ve girdim içeri…

Karanlık bir oda… Konsolun üzerindeki gaz lambasının aydınlattığı yer yatağında kıvrılmış yaşlı bir nine…

Hastaya yaklaşırken, birileri gaz lambasını alıp bana yaklaştı. Yarabbim, o karanlık odada ve lacivert pardesümün altında çorapsız ayaklarım ne kadar sırıtıyordu.’’Eh Erdinç, sen sen ol, bir daha iki elin kanda olsa, çorabını giy, diyerek belleğime kayıt düştüm!’’

Hastanın yüzünü çevirdim. Kornea, pupilla refleksleri yok, kalp atışı, nabız, solunum yok. Hastanın yaşadığını gösteren hiçbir belirti yok!

‘’Hastanız maalesef hayatını kaybetmiş. Yapılacak bir şey olmadığı için üzgünüm. Başınız sağolsun’’ der demez öyle bir çığlık ve bağrışma koptu ki çantamı zor topladım.

Yağmur şiddetini artırmıştı. Vıcık vıcık çamur deryası içinde, bilmediğim bir mahallin, bilmediğim yollarında yürümeye, gün ağarırken evime dönmeye çalışıyordum. Ne önümde yol gösteren fener tutanbir adam vardı, ne de cebimde 5 liram!