“Futbolun sadece futbol olmadığını” o yaşlarda nereden bilecektim ki!...  Ortaokul yıllarımdan itibaren bende futbol oynama bir tutku halini almıştır.  Daha o yaşlarda oluşturduğumuz takım ruhu, arkadaşlık ve dostluk ruhunun pekişmesinde başlıca etkenlerden birisi olmuştur. O çocuk halimizle takımın formalarını oluşturmak için uyguladığımız yöntemi şimdi düşününce tebessüm etmekten kendimi alamıyorum. Büyük bir çamaşır kazanına herkes giydiği fanilasını atmıştı ve sarı boya ile kaynatıp forma oluşturmuştuk. Arkasındaki numaraları da yeşil kumaşı kesip yapıştırarak oluşturmuştuk. Oldu sarı-yeşil bir forma.

Herbirimizin gönlünde bir büyük futbolcunun ruhu yaşamakta. Ben Eusebio olarak anılmaktan zevk alırdım. Bu isimleri de Halit Kıvanç'ın elimize tesadüfen geçen bir kitabından almıştık. Saatlerce futbol oynardık ta doymazdık.  Bir gol attığımda kendimi zafer kazanmış bir komutan yerine koyduğumu hatırlıyorum.. Ene sevdiğim pozisyon da ortalanan topa uçarak kafa vurup gol atmaktı. Sahamız ormana yakındı ve ormandan kestiğimiz fidanlarla kale yapışımızı hatırlıyorum da esef ediyorum.. O fidanlara nasıl kıydığımızı şimdi izah edemiyorum.

En beğendiğim futbol yazarları olan rahmetli Necmi Tanyolaç ve İslam Çupi'nin yazılarında edebi bir zevk hissedilirdi. Kurdukları cümlelerde kuru sloganlar yer almazdı. O yazılarda fikri bir derinlik gizliydi.

Futbol kitleleri birleştireceğine sanki düşmanlıkları ve ayrılıkları körükleyen bir uğraş alanı halini aldı. Gittiğim maçlarda ağızlardan çıkan o sevimsiz sözler söyleyende değil de bende yüz kızartıcı bir manzara oluşturmakta. Bu ne seviyesizliktir böyle... Hiç unutmam bir pazar günü ve aynı zamanda ramazan..  Yalovasporun bir maçına  gideyim dedim.. Yanımdaki kişi o mübarek günde öyle küfürler ediyor ki ben utanıyorum.  En sonunda dayanamadım ve “Güzel kardeşim bari şu mübarek günde insan utanır!” deyip oradan uzaklaştım ve ayrı bir yerden izledim.

Bir anım daha var.. İsmini vermeyeceğim bir şehirde bir maçtayım.. Misafir takım da güneydoğu illerinden birisinin takımı..Kendini bilmez birkaç taraftar rakip takımın futbolcusuna bağırıyor “O sırtındaki mağara numaran mı?” Sanki kendisi çok medeni... Sanırım kendini tanımlıyordu o fanatikler.

O futbol aşkı hala devam etmekte bende. Her hafta halı saha maçına giderken ayrı bir heyecan hissederim. Futbol bir yaşam biçimi...

Futbolun hem sosyal, hem de mali sektörel yönü vardır. Sosyal yönü, bir takım ruhu oluşturması, insanların bu yolla deşarj olmasıdır. Endüstriyel yönü ise kirli  işlerin döndüğü, kimi zaman da kara paranın aklandığı bir kirli arena şeklindedir.

Özellikle süper ligdeki futbolculara astronomik diyebileceğimiz büyük paraların ödenmesini hafsalam bir türlü almamıştır. Yirmi yaşlarındaki bir gence, kültürel ve psikolojik yapısının kaldıramayacağı bir medya ilgisi ve ödenen dudak uçuklatıcı para... Onun ruhsa dünyasının kaldıramayacağı büyük bir yük... Hele de futbol takımlarımız Uluslar arası bir başarı elde  ettiğinde prim adı altında ödenen paralar toplumun vicdanını rahatsız etmektedir. Bu konuda ölçü, kantarın topuzunun kaçırılmaması ve sosyal dengelerin korunması olmalıdır.  Bir matematik  olimpiyatında başarı gösterenlere de devlet bu kadar cömert davranabiliyor mu acaba? Ona sıra gelince bütçe imkanlarının  arkasına sığınılır hemen. Ben şahsen bunu kabullenemiyorum.

Sevdiğim bir söz ile bitireyim. “Stadları dolduran onbinler 'gol' yerine 'ol' deseydi neler olmazdı neler!”

SEVDİĞİM   SÖZLER

*Ağrıyla ilgili konular arasında hiçbiri, bir insanın “eşik” değişkenini anlaması kadar önemli değildir. Hemen herkes, tansiyon ve stres vücutta belli bir noktaya ulaştığında harekete geçen ve bir şeylerin yanlış gittiğini bildiren bir ağrı sinyaline sahiptir. Bu ağrı kendini migren tipi bir baş ağrısı, karında derin bir sancı veya kramplar, yahut bel ağrısı, hatta eklem ağrıları olarak gösterebilir. Bu tür eşik ağrıları ile nedenleri arasında bağlantı kurmayı öğrenmiş olan birisi, bu ağrıları hissettiğinde panik yapmaz ve stresini hafifletmeye veya tansiyonunu düşürmeye çalışır.