GÜNAYDIN Değerli Okurlar, 
Falih Rıfkı Atay ( 1894- 1971), siyasî konuları işleyen başyazı ve fıkralarıyla tanınan, gazeteci ve yazardır. İstanbul’ da Darülfünun Edebiyat Fakültesi’ ni bitirmiş, Birinci Dünya Savaşı’ na yedek subay olarak katılmış, 4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa’ nın emir subayı olarak Kudüs ve Suriye’ de görev yapmıştır. 
Atay, 1918’ de birkaç arkadaşıyla Akşam gazetesini kurmuş, gazete Kurtuluş Savaşı’nı destekleyince Divan-ı Harp’ te yargılanmış; İnönü Muharebeleri kazanılınca serbest bırakılmış, o da Anadolu’ ya geçerek millî mücadelede üstüne düşen görevleri yerine getirmiştir. “Atatürk’ ün Bana Anlattıkları”, “ Çankaya”, “ Atatürk Ne İdi”, “ Atatürkçülük Nedir”, “Zeytindağı” gibi pek çok kitabı vardır.
Günümüzde Ortadoğu’ da kan gövdeyi götürüyor.  Etkileri tüm dünyayı saran olayları tarafsız bir gözle izleyebilmek; acı dolu, ibret dolu tarihî gerçeklerle yüzleşebilmek için, konuya ilgi duyanların öncelikle Falih Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı” adlı eserini yeniden okumalarında yarar var.
Atay, o zamanki Ortadoğu’yu; Kudüs’ü, Filistin’i, Arapları, Yahudileri, Arap çöllerindeki Mehmetçiği, Arapların Osmanlı’ya ve Türklere bakışını oldukça çarpıcı ifadelerle kitabında anlatıyor.
Bu gün, bu kitaptan alıntılar yapmakla yetineceğim. Zeytindağı’ nın Kudüs civarında bir tepe olduğunu belirtmeliyim. Falih Rıfkı’ nın, önce Cemal Paşa’ nın karargâhtaki odasına ilk girişine, sonra da anlattıklarına bir göz atalım.
“ … Karargâh Kudüs’ te, Zeytindağı’ nın tepesindeki Alman misafirhanesinde idi. Ezici ve büyük bir Alman yapısı… Yaverin işaretiyle odaya girdim. Büyük bir oda… Solda Şeria Nehri ve Lût Gölü, sağda Kudüs şehri, önde Moskofiye denilen Rus yapı ve bahçeleri vardı.” ( s. 16)
“… Çıplak İsa, Nasıra’da marangoz çırağı idi. Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman, altında kendi malı bir eşeği vardı. Biz, Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçemeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizim değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz. “(s. 42)
“…Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar her şey Arapların veya başka devletlerin… Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı.”(s. 42)
“… Osmanlı saltanatı son bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap yahut yarı Arap’tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rast geliyordum.”(s. 42)
“… Osmanlı imparatorluğunda itibar, azınlığın imtiyazı olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.” (s. 42)
Atay’ın gözlemleri, Osmanlı’nın yüzyıllarca kontrol ettiği Arap coğrafyasının aslında hiç de Osmanlı’ya ait olmadığını gösteriyor. Osmanlı Devleti, Arap coğrafyasında hiç kök salamadığı gibi o coğrafyayı vatan yapamamış. Tekrarlayalım yıl: 1917…
“… Suriye, Filistin ve Hicaz’da ‘Türk müsünüz?’ sorusunun birçok defalar cevabı: ‘Estağfurullah!’ idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu.”(s. 43)
“… Halep’ten Aden’e kadar süren o koca memlekette bir ‘Arap meselesi’ vardı zannetmeyiniz. Arap meselesi denen şey ‘Türk düşmanlığı hissi’ idi. Bu hissi ortadan kaldırınız, Suriye ve Arabistan meselesi Arapsaçına döner, karmakarışıklığın içinden çıkamazsınız.”(s. 45)
“… Suriye’de Hıristiyanlık, Müslümanlık, Filistin’de Araplık, Yahudilik, Hicaz’da Şeriflik, Vehabilik meseleleri, bizzat Türk-Arap meselesinden daha azılı idi. Nitekim biz çıktık, nifak bütün Akdeniz, Kızıldeniz ve çöller boyunca yanıp durmaktadır.”(.46)
Atay, daha o günlerde ( yani 1917’ lerde…) Filistin’de Siyonistlerin gittikçe güçlendiklerini de görmüş;
“… Filistin’de Siyonistler adeta gizli bir hükümet yapmışlardı. Bayrakları ve postaları vardı. Mektuplarına kendi pullarını yapıştırırlar, kendi memurlarıyla sevk ederlerdi.”(s. 46)
“… Bir avuç Yahudi, altı yüz bin Arap! Yafa’ dan Kudüs’e kadar Yahudi Filistin’i birkaç defa dolaştım. Filistin’in yeni kasaba ve köyleri Yahudi eseridir. Bu, yeni değil, yepyeni bir Filistin’dir. Köylerinde akşamları smokin giyen İngiliz Yahudisi muhtarlık eder. Kırmızı yanaklı Alman Yahudi kızları şarkı söyleyerek bağdan köye döner. Müslüman Araplar ise bu efendilerin hizmetindedirler. Üzümü Arap gündelikçi sıkar, şarabını semiz Yahudi içer. Eski Filistin’de Arap köyü bir toprak yığınıdır. Bahçeler harap, insanlar çıplak, gözler hastalıklıdır. Yahudi Filistin’de kasabalar, portakal kokuları ile düzgün şoseler, Frenk incirleri ile çevrilmiştir.”( S.69)
“… Paranın ne büyük bir kuvvet olduğunu anlamak için ise Filistin’de yoğun Arap nüfusunu topraklarından süren Siyonist sömürgecilerini görün. Yüzlerce yıllık gözyaşı bir külçe altına değmez. Balfour’ un bir nutku, Davud’un bütün mezmurlarından daha tesirlidir…”(s.70)
(Kaynak: Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2004.)
Tarih bilmeyen, kısacası geçmişi bilmeyen geleceği göremez!
Çocukların ve masumların öldürüldüğü bir savaşın kazananı olmaz. İşlenen insanlık suçunu şiddetle kınıyorum. Umarım sonunda sağduyu galip gelir.
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun!
CUMHURİYET ULUSAL ONURUMUZUN SİMGESİDİR!
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ NİN 100’ ÜNCÜ YILI KUTLU OLSUN!
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!