Birinci Dünya Savaşı’nı sonlandıran Mondros Ateşkesi’ ni ( 30 Ekim 1918) takiben, 24 Aralık 1918’ de, bir Yunan muhribi ilk kez İzmir limanına girmişti. Bundan sonra Yunan dâhil Müttefik Yüksek Komiserleri, münavebeyle İzmir’ e girdiler, kentin ve bölgenin yönetimini ele geçirdiler. Bölge işgale uygun hale getirilince 15 Mayıs 1919’ da topluca İzmir’ e çıkan Yunan ordusu da zamanla Anadolu içlerinde Polatlı yakınlarına kadar ilerledi.

Türk Ordusu, Yunan ilerleyişini Sakarya Muharebeleri’ nde durdurdu; 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’ la geri attı, 9 Eylül 1922’de de İzmir’i ele geçirdi. Ancak Yunan kuvvetleri Türk ordusu önünden kaçarken Anadolu’ da mezalim yapmaktan, geçtiği her yeri yakıp yıkmaktan geri durmamıştı. (Yani, kimilerinin dediği gibi kendiliklerinden çekilmemiş, yenilince kaçmıştır.)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ nin Başbakanı ve Dışişleri Bakan Vekili Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, 31 Ağustos 1922’de, İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol’ a gönderdiği telgrafta şu hususları Amerika’nın dikkatine sundu:

“ … Afyonkarahisar ve bölgesini terk etmeden önce düşman, bütün Müslüman mahallelerini ateşe vermiştir. Bölgedeki köylerin çoğunluğu da aynı akıbete maruz kalmıştır. Altuntaş gibi bazı yerlerde halk, kadın ve çocuk ayırımı yapılmaksızın camiye doldurulmuş ve diri diri yakılmışlardır. Dumlupınar muharebeleri sırasında düşman, Hamamköy ve Taşköy’ ü tamamen yakmış ve her iki köy halkının bir kısmı katledilmiş, bir kısmı canlı canlı yakılmış ve bir kısmı da işkenceye maruz bırakılmıştır. Dumlupınar bölgesi de tamamen yakılmıştır. Bu da gösteriyor ki, Yunan ordusu işgal ettiği bütün toprakları yakmaya ve bu topraklar halkının kökünü tamamen kazımaya karar vermiştir. ”

Türk hükümetinin ne kadar haklı olduğu, Amerika’nın İzmir Başkonsolosu Horton’un 2 Eylül 1922’de Vaşhington’ da Dışişleri Bakanlığı’na çektiği telgrafta daha rahat anlaşılmaktadır. Konsolos Horton, askeri durumu şu şekilde belirtmekteydi:

“Yunan kuvvetlerinin tükenmiş ve moralinin zayıflamış olması dolayısıyla, askerî durum son derece vahim görünüyor. … Morali çökmüş olan Yunan ordusu İzmir’e ulaşacak olursa ciddi karışıklıkların çıkması çok mümkündür ve şehrin yakılacağı söylentileri çok yaygındır.”

Konsolos Horton, 4 Eylül 1922’de Vaşhington’a gönderdiği telgrafında ise, İzmir’e mültecilerin, yani Türk ordularının önünden kaçan Rum halkın akın etmekte olduğunu ve şehirde tam bir paniğin hüküm sürdüğünü belirterek Hükûmeti’ nden, geri çekilen Yunan kuvvetleri için “Af” ilân edilmesi hususunda Ankara Hükûmeti nezdinde teşebbüste bulunulmasını istemişti. Konsolos’ a göre, böyle bir af, İzmir’in yakılıp yıkılmasını önleyecektir. Çünkü yine Konsolos’ a göre, aksi takdirde moral olarak çökmüş olan Yunan askerleri, cephanelikleri havaya uçurabilecekler ve şehri yağma edeceklerdi.

Korkulan oldu. Türk Ordusunun İzmir’e girişinin dördüncü günü, 13 Eylül 1922’de İzmir Yangını başladı. Rüzgârın da etkisiyle ve yeni kundaklamalarla büyüyen yangın, tam üç gün İzmir’in Alsancak, Basmane, Pasaport gibi en güzel semtlerini ( şehir merkezi, bugünkü İzmir Enternasyonal Fuar Alanı bölgesini) yalayıp yuttu.

15 Eylül’de kontrol altına alındı ama ancak 18 Eylül’ de söndürülebildi. 23 Eylül günü Hisar Camii arkasında yeni bir yangın başladı. Şehir ancak 30 Eylül’ de güvenli bir hale geldi. Bu tarihe kadar Ermeni, Rum mahalleleri tamamen, Avrupalıların yaşadığı Frenk Mahallesi ise kısmen yandı.

Muhtemelen rüzgârın 15 Eylül günü tekrar imbata(denizden karaya doğru esen mevsim rüzgârı) dönmesi sayesinde Türk ve Yahudi mahallelerine bir zarar gelmedi.

Yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 20- 25 bin ev, dükkân, işyeri, fabrika, depo, otel ve lokanta tamamen yandı, binlerce insan aç ve açıkta kaldı. Sokakta kalan 10 binin üzerinde Türk ve Rum, Kemer istasyonu civarında baraka ve pavyonlara ve Alsancak istasyonundaki demiryolu hangarlarına yerleştirildi ve Kolordu tarafından doyuruldu.

11/12 Eylül 1922 gecesinden itibaren ve 13 Eylül 1922 günü yangının şiddetlendiği saatlerde yaşadıklarını ve gördüklerini, İzmir İtfaiye Müdürü Paul Greskoviç, daha sonra hazırladığı raporda ayrıntılarıyla belirtmiştir. Avusturya asıllı bir Hristiyan olan Greskoviç, İzmir’in Hristiyan kesimini sigorta eden Batılı Sigorta Şirketleri Konsorsiyumu’ nun kurduğu İtfaiye Teşkilâtı’ nın Müdürü idi. Greskoviç, ABD Kongre Kütüphanesi’ nde muhafaza edilen resmî notlarda yangını şu ifadelerle anlatmaktadır:

“11/12 Eylül gece yarısından bir saat sonra Ermeni Mahallesi’nde yangın çıktığını haber verdiler. İtfaiye erleriyle yangın yerine hareket edip, Rum Hastanesi’ne geçerken 120- 150 kadar çoluk çocuk ve kadın acı acı bağırıyorlardı. ‘Niçin bağırıyorsunuz?’ diye sordum: ‘Ermeniler bizi yaktılar, Seyis Hanı içerisinde oturuyoruz’ dediler. Bunlar Rumlardı. Bu insanların; Ermeni evlerine bitişik oturduklarını ve Ermenilerin duvardan bir delik açtıklarını ve delikten çokça gaz dökerek evi ateşlediklerini söylediler. Bunları sabaha kadar çıkmaz sokak içinde muhafaza ettim ve sabahleyin devriyeye teslim ettim.13 Eylül saat 10 30’da Ermeni Mahallesi’nde ateş görüldüğünü haber verdiler. İtfaiye ile birlikte giderken Ermeni Kilisesi’nden 50 metre mesafede bir Ermeni evinin yandığını gördüm. Evin alt katından şiddetli bir ateş çıkıyordu. Mecburi biraz geriye gittim ve etrafa yayılmaması için söndürmeye uğraşırken, Ermeni Kilisesi’nde yangın çıktığını haber verdiler. Kilisenin binalarında ateş yoktu. Yalnız küçük bir bina civarında, bahçede 200 kadar üzerine yağ dökülmüş eşya balyası ile paçavralar bir yere toplanmış, üzerine de 200 kadar tüfek ve çokça da cephane konmuştu. Ateş de bunların arasından çıkıyordu. Aynı zamanda ateş içerisinde devamlı patlamalar oluyordu. Biz yangını söndürmeye çalışırken, Ermeniler ateş ediyor ve atılan mermiler yangın tulumbalarına isabet ederek zarar veriyordu.” (Türkkaya Ataöv, Milliyet, 24.09.1986)

14 Eylül 1922 tarihinde, Muhabir G. Ercole, Paris’te yayınlanan L’Illustrasyon gazetesine, İzmir yangını ile ilgili olarak şu haberi gönderir:

“Öğleden sonra saat ikiye doğru Ermeni Mahallesi üzerinden bir duman bulutu yükseliyordu. …Ermeniler, evlerinde yangın çıkardılar ve Türk askerleriyle savaşmaya başladılar. Cephanelik korkunç bir gürültüyle infilak ediyor. Saat akşamın dokuzu; biz farkına varmadan gündüzden geceye geçtik. Gökyüzü geniş bir ateş bulutuna dönmüştü.”

(DEVAM EDECEK)