O kavramı bemimsemişimdir ve her zaman da tekrarlamaktan bıkmam, usanmam...''Mutluluk göreceli bir kavramdır ve kişiden kişiye değişir!'' Adına ''asude belde'' dediğim yüksek rakımlı tepelere birkaç yılda bir yaptığım seyahatler için bazıları zaman zaman şöyle der: ''Yani ne anlıyorsun bundan, bildiğimiz dağ taş, üstelik kervan geçmez kuş konmaz misali bu tepelerde, bu ormanlarda ne buluyorsun yani! Bir de onca masraf...Yok uçakla gideceksin, raba kiralayacaksın!'' Ben de tebessüm ederim...''Olsun, o dağlarda ben anılarımı, çocukluğumu buluyorum!''
O özlü söz aklıma gelir hemen...''Baykuş viraneyi gülistana değişmez!'' Öyle değil mi yani...Birşey buluyorum ki, mutlu oluyorum ki gidiyorum o beldeye.
Neyse...Öğretmenevi'nden çıktığımda karnım açlıktan zil çalmaktaydı ve karanlık da çökmüştü. Yani güneş çoktan batmıştı. Niyetim ''güneşin batmasına yakın saatlerde'' bu cağ kebapçıya gelmekti, ama evdeki hesap da her zaman çarşıya uymaz ya...Hele de yolculukta...
Caddede rastladığım yaşlı bir amcaya soruyorum: ''Bir cağ kebapçı arıyorum, bu civarda en yakın nerede vardır acaba?'' Bıyıkları üst dudağını kapatmış, avurtları çökmüş bu insan bir an beni süzüyor. Belli ki yabancı birisi olduğumu anladı.
''Buraların yabancısın herhalde!''
''Evet'' diyorum, ''otuz sene önce gelmiştim, o da birkaç saatliğine! Buraları bilmem, karnım aç, şöyle temiz bir cağ kebapçıya gidip karnımı doyurayım dedim. Buralara uzaktan gelip cağ kebap yememek olur mu hiç!''
O beldenin cağ kebabını övdüğüm için belli ki gururu okşanmıştı ve kendine bir övünme payı çıkarıyordu. Hani deyim yerindeyse farkında olmadan adama ''damardan girmiştim.''
Elini omuzuma koyuyor ve sağ elinin başparmağı ile caddenin ilerisini işaret ediyor...''Bak şurada beyaz bir kamyonet var ya, hemen orada 'Muastafa'nın Yeri' diye bir cağcı var. Ben de hep orada yerim. Ama adam bir yapar ki. Parmaklarını yeme sakın!''
Teşekkür deip birkaç adım atmıştım ki sesleniyordu...''Beyim soramadım, nerden gelip nereye gidersin. Adını da bağışlamadın. Nerde kalıyorsun?''
Mecburen dönüp yaklaşıyordum ve adımı ve ne iş yaptığımı söylüyordum. Gözlerini üzerime iyice dikiyordu...''Vay be, benim de prostat şikayetlerim vardı. Kalacak yerin yoksa misafirim ol derim. Evim geniş, hani bir köroğlu, bir ayvaz kaldık...Samimi söylüyorum hocam!''
Duygulanmıştım elbette. ''Sağoluun, haneniz şen olsun, ama Öğretmenevi'ne yerleştim!'' Daha önce de belirtmişti, o sözü yazmıştım. İşte Anadolu insanı bu, misafirperverlik bu. Adam beni tanımaz etmez, ama evinin ve gönlünün kapılarını açıyor hemen. Demiştim ya...''Babaannemin her zama söylediği bir söz vardır. 'El itini övüyorken siz aslanda kusur arıyorsunuz.'...!''
Cep telefonuma gelen o anlamlı videodaki misafirperverlik aklıma geliyor o an..Burada yazmadan geçemeyeceğim...Iğdır'da gezen bir vatandaş, hiç tanımadığı evden bir bardak su istedi ve sonrasında yaşananlar...Motorsikletli iki kişi aralarında konuşuyor..
''Şu köye gidelim mi? Köy dediğin bir tane ev var orada!'' Eve yaklaşınca bir kadın çıkıyor ve onları karşılıyor.
''Abla bir bardak su içmeye geldik!''
Kadın Türkçe bilmiyor. Motorsikletin sesini duyan evin erkeği evden çıkıyor ve onlara hoşgeldiniz diyor. Ellerinde sarı eldivenler. Davetsiz misafirlere kalbi bir karşılama...
''Selamun aleyküm amca! Bir bardak su içmeye geldik!''
''Başım gözüm üstüne!'' ve devam ediyor...Olur mu, gel hele yemek ye, çay iç!''
Ve biraz sonra iki tepsi geliyor...Yemekler ve çay. Kapının önündeki ağaç kütükleri onların masası...Misafirler bu kalbi davet karşısında öyle bir mahcup oluyor ki! Onlar yemeğe oturduklarında evin erkeği eşine sesleniyor..''Nan, tuluk peyniri de getir!''
Misafirlerin duyguları çoşuyor...''İşte bu yurdumun insanına hayranım. Bir bardak su istiyorsun, sana bir sofra kuruyor!''
Farkındayım, duygularım coştu ve biraz uzattım, sadede geliyorum...Vedalaşıp o cağ kebapçı dükkanından içeri giriyorum. Ben de bu saate cağ kebap kalır mı diye düşünüyordum, ama işte kebap orada dönüyor ve benim de ağzım sulanıyor. Garson geldiğinde mezeleri servis yapıyor ve lavaşlar da geliyor. Dördüncü cağda tıkanıyorum. Garson ''abi getireyim mi'' diye sorduğunda doyduğumu belirtiyorum. Fakat sanki hayret ede gibi bana bakıyor. Yani sanki şöyle düşünüyor...''Adam da amma çıtkırıldım, hemen doydu!''
Merakımı yenemeyip soruyorum...''Dört ile doyduğumda sanki şaşırdınız!''
Tebessüm ediyor...''Abi yedi cağdan aşağı yiyeni görmedim de!''
''Deme ya!''