Ben köyde doğdum. Çocukluğum köyde hayvan otlatmakla geçti. Fakirlik dizboyu o zamanlar. 70 yıl öncesinden bahsediyorum.

Yamalı pantolonlar, gömlekler. Hatta yamalı kara lastikler. Babamın bir kenarda zımparası, yama olarak kullandığı lastik parçaları ve yapıştırıcı sülüsyonu hazır dururdu. Aileden kimin kara lastiği delinse yada yırtılsa hemen yapıştırırdı.

İş gıdaya gelince çok zenginmişiz. Şeker ve narenciye’nin dışında her şeyimizi kendimiz yetiştirirdik. Hemde bol bol. Tereyağının tadına doyum olmazdı. Anamın işi hiç bitmez bazen ayran yaptığımız dibeğin sapını tutuştururdu elime. Tereyağı oluşuncaya kadar döv Allah döv. Çıkan ayran ve tereyağ enfes olurdu. Hele haftada bir yapılan ekmek taze olduğu zaman bir kenarından kocaman bir parça koparılır içine bir topak yayık tereyağı koydun mu doğru kırlara inekleri otlatmaya. Suyu da dereden içerdik.

 Buğday ekiminden ekmek yapımına kadar her türlü işi kendimiz yapardık. Ekmeğin tarhana çorbası ile yenmesinin verdiği lezzet tarif edilemez. Zaten en gözde yemeğimiz tarhana çorbası olurdu.

Kirazlar, incirler, erikler, elmalar bir başka lezzetliydi. Gacık yakasındaki bağımızdan topladığımız üzümler ve bu üzümlerden yaptığımız pekmezin tadı damaklardan silinmezdi. Karpuz kavunu da kendimiz ekerdik. Tarladan bunları toplar iki çuvala doldurur eşeğe yükleyip eve getirirdim.

Şimdi o eski lezzetleri bulmamız çok zorlaştı.  Ben Çiftlikköy’de kurulan köylü pazarını takip ediyorum. Çukurköy’den, Dereköy’den, İlyasköy’den, Sermayecik’ten  köylülerin getirdikleri ürünlerde unutulmaz efsane eski tadları yakalayabiliyorum. Yalova Merkez de de köylü pazarları kuruluyor. Takip etmekte büyük yarar var.

Direkt üreticiden alındığı zaman bakın neler oluyor; yakından geldiği için uzak mesafen gelirken harcanan yakıt harcanmıyor ve hava kirletilmemiş oluyor. Uzak mesafeden gelen ürünler hibrit tahumlardan olabiliyor. Dolayısıyla genetiğiyle oynanmış olabiliyor ve başımıza neler açacağı henüz tam olarak saptanmadı. Yerel üretici ürününü iyi değerlendirdiği zaman toprağını satmaktan vazgeçiyor. Taze ve daha besleyici oluyor.

Sermayecik’te çilek projesi her yönden çok olumlu bir proje olarak örnek gösterilebilir.

Bütün meyvelerde, sebzelerde hatta süs bitkilerinde durum hep aynı. Bizim ne işimiz olur Uzakdoğu’dan Avrupa’dan getirilen çeşitlerle. O kadar güzel yerli çeşitlerimiz var ki.

Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü hem sebzelerde hem de meyvelerde yurdumuzun gen bankası gibi görev yapıyor.  Yerli çeşitlerimize sahip çıkıyor bir yandan da ıslah çalışmalarıyla daha üstün verimli yeni çeşitler üretiyor. Tıbbi aromatik ve süs bitkilerinde de önemli çalışmalar yapıyor. Ancak gel gör ki biz bu enstitünün topraklarını amaç dışında kullanmaya başladık arazisi küçüldükçe küçüldü. Toplu konuta verildi, adliye binası yapımı için verildi, devlet hastanesi yapımı içi verildi, millet bahçesi için verildi. Ver Allah ver.

O kadar düşüncesiz hareket ediyoruz ki. Böyle yanlış hareketlerle nereye varmak planlanıyor belli değil.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde yokluklar içersinde kazanılan 30 Ağustos Zaferi’yle yok olmaktan kurtulduk. Analarımız, bacılarımız, dedelerimiz canlarını dişlerine takarak, canlarını hiçe sayarak büyük mücadele verdiler birçoğu da canlarını verdi.

Bize bağımsız güzel bir vatan hediye ettiler. Rahmetle ve derin bir minnetle anıyorum.

Atatürk askeri zaferin ardından ekonomide, tarımda, eğitimde ve sosyal hayatta mucizeler yaratarak ülkemizi sıfır noktasından çok kısa bir zamanda ayağa kaldırdı. İşte Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü arazisi de kendi parasıyla alıp millete bağışladığı örnek tarım çiftlilerinden biri olup  günümüze kadar gelen bir başarılı projedir.

Yazının içerisinde yerli çeşitlerden bahsederken Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’nün önemini anlatmıştım.

Bu kutsal vatana sahip çıkmak, daha ileri noktalara taşımak boynumuzun borcudur.

Namus borcumuzdur.

İyi haftalar diliyorum.