O bayram sabahında fırından almış olduğum sıcak ekmekle yürüyüş yolundan eve gelirken karşıdan gelen bizim Rahmet'i görüyordum. ''Bizim'' diyorum, çünkü onu yıllardır tanıyordum. İçimden de ''eyvah, yine esir edecek beni, mesafe de kısa, bir yere de kaçamam'' diye düşünmekteydim. Hani o bayram günü insanlardan kaçmak, bayramlaşmamak gibi bir düşünceye asla kapılmadığımı peşinen ifade edeyim. O sözü çok severim: ''Birşeyin şuyuu vukuundan beterdir!'' Yani dedikodusu yayılınca gerçeğini bastırır ve karşınızdaki kişi size kötü zan besler...Öyle de kardeşim sen Rahmet'in kişiliğini bilemezsin ki! Onu ancak ben bilirim.

            O sırada sevdiğiğm o söz aklıma geliyordu...''Yılanın sevmediği ot tam da deliğinin ağzında bitermiş!'' Rahmet de tam benim yolumda bitivermişti birden...Neyse, yaklaşınca uzaktan yüksek sesle dediğini duyuyordum: ''İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş!'' Ve bayramlaşıyorduk... Kendisine daha önceleri prostat iltihabı teşhisi koymuştum. Ve ben daha hastalığının sebebini söylemeden o şöyle demişti seneler önce: ''Hocam biliyorum ben bu hastalığı o meret rutubetli yerde kaptım!'' Anlamamıştım o zaman...''Rutubetli yerde mi? Yoksa sen bodrum katında mı oturuyorsun?''

            Gözlerini kısarak şöyle dediğini hatırlıyorum...''Yok hocam cezaevinden bahsediyorum, senelerce yattım. Şimdi ise denetimli serbestlikten faydalandığım için dışarıdayım!''

            Elbette sebebini soracak değildim, bana ne! Adamın özel hayatı bu...Uzatmayalım ve sadede gelelim biz... ''Hocam şikayetlerim yeniden baaşladı, tuvaleti mesken tuttum desem yeridir. Sana da muayeneye gelemiyorum!'' Randevu alamadığını sanmıştım...''Rahmet, pazartesi gelip sekreterime kayıt ol da bir bakayım, internetten randevu alman zor'' diyordum.

            ''Hayır hocam o yüzden değil. Denetimli serbestlik belgemi kaybettim, o belge olmadan da biliyorsun hastane beni kabul etmiyor. Bana bir yardımcı olsan. Toprağımsın, bana bir babalık yapsan diyorum!''

            Şaşırmıştım elbette...''Rahmet, yapabileceğim bir şey yok ki, bu tamamen benim dışımda gelişen bir konu. Git ve belgeni yeniden çıkar!''

            ''Gitmek istemiyorum da, şimdi yani fiş keserek mi muayene olacağım. Tamam da benim param yok ki...Sen bir babalık yapsan...Zengin adamsın, benim muayene ücretimi sen karşılasan da!'' Hani derler ya ''buyur burdan yak!'' Söylemesi ayıp da geçmişte böyle maddi yardımda bulunmuştum, ama alıştırmak da işte böyle oluyor. Rahmet beni sıksa suyumu çıkarır desem abartmamış olurum. Cüsseli birisi yani anlayacağınız...

            ''Rahmet tamam da ben senin muayene ücretini niye karşılayayım, gidip belgeni çıkarsana'' diyordum, ama nafile...Derler ya ''adın ne Reşit, sen söyle sen işit!'' Elimi zorlukla kurtarıp yoluma devam ediyordum, ama anılar bir başka anıyı tetikler ya hani...Bir domino taşı misali...

            Biliyorum ''sağ elin verdiğini sol el bilmemeli'' sözünü... Derin anlamını da bilmiyor değilim elbette, ama bu başka bir konu.. Birkaç yıl önce soğuk bir sonbahar  sabahıydı. Sabahın erken saatinde arabama yönelmiştim, acelem vardı, zira ameliyat günümdü. Meğer Rahmet de yürüyüşe çıkmışmış. Yaklaşıyordu, üzerindeki ceketi gösteriyordu...''Hocam bak bu soğukta ince ceketle dolaşıyorum, senin kışlık ceketlerinden birini bana versen!'' Elbette acımıştım...''Tamam, bekle, ben şimdi evden alıp geleyim'' diyordum ve eve çıkıp ceketlerimden birisini getiriyordum...Giydiğinde sevinmişti ve teşekkür ediyordu, ama ben bir yandan da saatime bakıyordum... ''Rahmet, ameliyat günüm, iyi günler'' deyip arabaya yöneliyordum. Tam kapıyı açtığımda omuzuma dokunuyordu...Üzerimdeki deri kabanımı işaret ediyordu...''Şu deri kabanını da bana versen, paltom yok...Senin başka kabanın vardır mutlaka, zengin adamsın'' diyordu...Hani argo tabirle derler ya ''haydaa, elimizi verdik, kolumuzu kurtaramıyoruz!'' Ama yine de gönlünü kırmak istemiyordum...''Rahmet haklısın da bu kabanımı ben çok seviyorum, veremem, hem çok geç kaldım hastaneye'' diyordum ve kurtuluyordum...Şimdilik!

            Eskiler böyle sohbet ederken şu sözü söylerler ya...''Allahın günü çoktur, yine böyle bir günde...!'' Ben de şöyle diyeyim...''Yine bir sabah...'' ''Evet, yine bir sabah mesaiye yetişme telaşıyla arabama yönelmiştim ki bir de ne göreyim...Rahmet yürüyüşe çıkmış meğer. İçimden de şöyle diyordum: ''Eyvah yakalandık yine!'' Direksiyondayım, Rahmet yaklaşıyor...''Hocam bir dakika, bir maruzatım var!''

            ''Evet Rahmet, zamanım da dar ama!''

            ''Hocam, diyorum ki bana bir ayakkabı boya sandığı alsan...Ayakkabı boyacılığından anlarım, şöyle bir köşede ekmek parası kazanırım!''

             Şaşırmıştım elbette... Elimi cüzdanıma götürüp bir miktar para veriyordum...''Rahmet, o işlerden anlamam da, şunu al'' diyordum, ama bir paraya, bir de bana bakıyordu... ''Tamam da bu para yetmez ki!'' Ne diyebilirdim ki... ''Rahmet, üstünü de sen tamamlarsın'' diyerek kontağı çeviriyordum, ama kurtulmak ne mümkün...''Hocam diğer doktorlardan da bir yardım toplayamaz mısın benim boyacı sandığım içn'' demez mi! ''

              ''Rahmet, böyle bir işe girişemem'' diyerek gazlıyordum... Gel gör ki Rahmet bir yaz günü yine rastlıyordu bana caddede..Yani yine ''deliğimin ağzında biten bir ot idi.'' Anneler günüydü ve ben de kızarmış bir piliç almıştım ve yolumda gidiyordum. Birden önümde bitiveriyordu...''Hocam bu tavuktan bir tane de bana alsan, anama götüreyim'' demez mi! Yine cüzdanıma müracaat ediyordum...''Bir daha geri dönemem, al şu parayı da!'' Verdiğim parayı az bulmuş olacak ki arkamdan şöyle diyordu...''Hocam birza daha versen, halama da alacağım!''

              Ne diyebilirdim ki! Tebessüm edip el de sallayarak yoluma devam etmektenbaşka seçeneğim kalmıyordu o an...

               O sözü çok severim...''Adama bir verirsin iki ister, sonra yatmaya da yer ister!'' Yine de iyilik yapmaktan geri durmamak gerekir, zira ''veren el alan elden hayırlıdır!''

               Bir anı olsun diye yazdım sadece...