GÜNAYDIN/ TÜNAYDIN Değerli Okurlar,

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, ilme ve çağdaş düşünceye son derece büyük önem veriyordu.

Bir zamanların dünyanın en büyük imparatorluğu olan Osmanlı Devleti’ nin son zamanlarında aynı anlayışın var olduğunu ileri sürmek ise mümkün değildir.

Örneğin, Osmanlı Padişahlarından III. Mustafa’ nın oğlu Selim de, tarihimize, çok kültürlü ve değerli bir padişah olarak geçmiştir. Batıda Büyük Fransız İhtilâli’ nin gerçekleştiği 1789’ da tahta çıkan ve yapmaya çalıştığı cesur değişiklikler yüzünden hayatını bile kaybeden islâhatçı Padişah III. Selim’ in Topkapı arşivinde bulunan bir Hatt-ı Hümayûn’ u, ne kadar değerli ve ileri görüşlü olursa olsunlar, bu ıslâhatçı Padişahlarla, aklı ve bilimi önder sayan Atatürk arasındaki yaklaşım farkını ortaya koyuyor.

Sadrazama hitaben yazdığı söz konusu Hatt-ı Hümayûn’ da, III. Selim, Rumeli’ deki Dağlılardan (eşkıyadan) duyduğu üzüntüyü belirtiyor ve diyor ki:

“ Şu Dağlılar maddesi için, bu gece istihare eyledim. Hakkı Bey’ i aşikâre gördüm ve şu adamı memur etmeye cezmeyledim. Hemen bir münasip vakitte Vezirlik verip Rumeli’ yi tevcih edesin. Rüya gördüğümü senin ile Reis’ ten gayri kimse bilmesin. İnşallah hayırdır.” (Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları, Ankara, 1942, s. 118)

İstihareye yatarak, gördüğü rüyaya göre Vezirlik verilmesini isteyen Padişah ile “hayatta en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir”  diyen Atatürk arasındaki fark, Osmanlı Devri ıslahatı ile Cumhuriyet dönemi inkılâbı arasında ne kadar büyük bir yaklaşım farkı olduğunu gösteriyor.

Gerçek bir sanatkâr ve ileri görüşlü bir hükümdar olan III. Selim, belki de, istihareye yattığını söyleyerek, rüyasında Hakkı Bey’ i gördüğünü, bu kişinin Vezirliğe tayini konusunda karşılaşabileceği direnmeleri kırmak için ileri sürmüştü. Böyle de olsa, bir Vezir tayini için istihareden, yani rüyadan kuvvet almaya çalışan tutum, Atatürk’ ün aklı ve ilmi rehber sayan tutumundan çok farklı ve uzaktır.

Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu diyor ki:

“ Daha önce düşünülmeyen, yapılamayan birçok köklü değişikliklerin Atatürk tarafından ‘kısa süre içinde’ cesaretle başarılmasında, hurafeci, hayalci tutumdan kurtulup, akla ve bilime dayalı, gerçekçi bir yaklaşımın benimsenmesi başlıca etkenlerden biridir.”

Bir başka düşündürücü örneği de kısaca hatırlayalım:

1839 yılında Osmanlı kuvvetleriyle, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ nın kuvvetleri Anadolu’ da Nizip civarında karşı karşıya gelmişlerdi.

Halep’ten hareket ederek Nizip ile Birecik arasındaki ovaya geldiklerinde, Osmanlı ordusu çok iyi durumda, Mısır kuvvetleri ise dağınık ve yorgundu.

O tarihte Osmanlı ordusunda Hafız Mehmet Paşa’ nın danışmanı olarak görev yapan Moltke,  müsait durumdan yararlanarak hemen saldırıya geçilmesini teklif etti.

Komutan Hafız Mehmet Paşa, istihareye yattı. Din adamlarına danıştı. Bu arada, Cuma günü savaşmanın dine aykırı olduğu iddiasını ortaya atanlar oldu. Taarruz ertelendi.

Daha sonra, bir gece baskını için müsait durum doğdu. Din uleması buna da karşı çıkarak, haydutlar gibi baskın yapmanın Padişah askerine yakışmayacağını söylediler.

Karşı taraf ordusu durumunu düzeltip üstün şartlarla taarruz edebilecek hale gelince, askeri müşavirler başka bir hatta çekilmeyi teklif ettiklerinde, yine bazı dinî yorumlarla, geri çekilme önerisi reddedildi.

Neticede, 29 Haziran 1839’da, uygun şartlarda harekete geçen Mısır Ordusu, Osmanlı Ordusunu yendi ve Anadolu içlerine kadar ilerledi.

Hurafelere değer veren yönetimin idare anlayışı ile ilgili herhangi bir yorum yapmayacağım.

Akla, tekniğe çağdaş bilime önem veren Atatürk’ ün Türkiye Cumhuriyeti’ ni nerelere getirdiği ise ortada!

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.

NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!