GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Jeopolitiğin herkesçe kabul edilen tek tanımı yoktur. Jeopolitik, bilimsel bir disiplin olarak, her geçen gün teknolojik ilerlemelerle daha büyük bir önem kazanmaktadır. Jeopolitiğin bir disiplin olarak benimsenmesi, jeopolitiği, devletin coğrafî bilinci haline dönüştürmüştür.
Jeopolitik, bilimsel verilerden hareketle, objektif ( nesnel) ve geleceğe dönük değerlendirmeler ortaya koyması nedeniyle, ayrıca, tarih, siyaset ( politika) ve coğrafyanın çeşitli dalları... vb. gibi müspet ilimlerden yararlanan bir bilim dalıdır. 
Çünkü jeopolitiğin yaklaşım yöntemi bilimseldir. Ayrıca, coğrafî etmenlerin ulusal ve uluslararası siyasete verdiği yönü araştırır. Diğer yönden jeopolitik, devleti bireyler üstü canlı bir varlık telâkki ettiğinden, diğer birçok bilimden yararlanarak dünya siyasetinin gidişini devletlerin iç, dış ilişki ve güvenliklerini de araştırır.
Özellikleri özet olarak belirtilen jeopolitik; “ Coğrafî faktörlerin etkisi altında, politik sistemlerin incelenmesiyle ilgili bilim, yani; coğrafî görüşlerin siyasî gelişmelere uygulanmasıdır” şeklinde tanımlanabilir.
Jeopolitiğin bu ve bugüne kadar yapılagelmiş birçok tanımlamalarında birleşilen ortak noktalar, coğrafyanın tarih ve uluslararası siyasî ilişkilerdeki rolü üzerinde,  yaşayan ulusa ve devlete sağladığı kaynaklardır. Modern jeopolitiğin temel unsuru olduğuna göre; mekân (alan) platformuna oturtulmuş üç temel unsur KAYNAK, İNSAN ve ZAMAN göze çarpmaktadır. Bu üç unsur ise, devlet denen varlığı oluşturan VATAN, ULUS ve YÖNETİM’ i hatırlatmaktadır.
Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK; icraatlarının ve yaşamının her safhasında tanımı yapılan jeopolitiğin ilkelerinden hiç ayrılmamıştır. Ülkesinin coğrafyasını ve dünya coğrafyasındaki stratejik yerini çok iyi bildiği gibi, milletini ve onun şanlı tarihini de çok iyi biliyordu. İçinde bulunduğu en zor şartlar altında bile, bu bilgi ve inancına sadık kalarak hareket etmiştir.
Atatürk’ün yaşam dönemindeki devletlerin teşkilât yapıları, o dönemin mevcut teknolojik seviyesiyle değerlendirilen coğrafî faktörleri ve bugün birer tarihî olay olarak sıralanan o dönemdeki devletlerin politikaları, ATATÜRK’ ün jeopolitik görüş ve uygulamalarını etkileyen hususlar olmuştur.
Bir devletin coğrafî unsuru “ ülke”,  beşerî unsuru “ ulus” ve siyasî unsuru “ hükûmet” (yönetim)’dir.
Ülke ; “devletin egemenliğinin geçerli olduğu siyasî hudutlarla tayin edilmiş coğrafî bir mekân” dır, diye tarif  edilebilirse de; ATATÜRK:
“ Yurt toprağı; sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk milletini ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın. Türk toprağı sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster” diyerek, ülkenin sadece bir mekân olmayıp kutsal bir yer ve uygarlık kaynağı olduğunu da vurgulamıştır.
Devletin diğer bir unsuru olan (millet) ise, mütecanis (homojen) olabilmesi kadarıyla ayrı bir özellik arz eder. 
ATATÜRK, bölücülük demek olan ırk, soy, din, mezhep ve bölgecilik fikirlerinin tümüne karşı olarak, “ Türkiye Cumhuriyeti içinde, Türk ülküsünü benimseyen bir vatandaş, hangi din ve mezhepten olursa olsun TÜRK’ tür” diyerek bu hususun da tartışılamayacağını belirtmiştir.
ATATÜRK der ki:
“Türkiye halkı, ırksal, dinsel ve kültürel yönden birleşmiş, bir diğerine karşı karşılıklı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve kaderi, geleceği ve menfaatleri ortak olan bir toplumdur.”
Bütünleştirici, koruyucu ve sevgi dolu ifadenin anlamı yaşadığımız günlerde daha da belli olmaktadır.
Değerli okurlar,
Kin, nefret ve ötekileştirmeden uzak; 
Sevgiyle, birlik ve bütünlükle kalın!