İnsanlar yaşamın her anında birşeyler öğrenerek yaşamı sürdürürler, öğrenecek birşeyleri kalmayınca da ölürler…

Bizi ayakta tutan, yaşama sevinci veren şey, aslında öğrenmeye olan açlığımızdır. Doğduğumuz andan itibaren yaşamdan birşeyler öğrenmeye kodlanmışız. Kod hatası olanlar bu genellemenin dışındadır.

En önemli öğrenme dönemi çocukluk yaşlarıdır. Hafıza kayıt alanlarının boş olması, bedenin dinç ve diri olması öğrenme arzusunu ve süratini arttırmaktadır. Hayatla ilgili yaşamsal öğretiler ilk olarak aileden alınır, daha sonra, okul yaşamında genel eğitim sistemi içinde eğitim süreci devam eder.

Bu yaşlar çocuklarımızın sanatsal becerilerini geliştirebileceği en uygun zamanlardır. Sanatsal eğitimlerin karmaşık süreçleri çocuklar tarafından kolaylıkla çözülür. İleri yaşlarda yetişkinleri zorlayan bu süreçler çocukuk döneminin getirdiği avantajlar sayesinde kolaylıkla aşılabilir.

Ailelerin 5 yaş sonrasında çocuklarını sanatsal çalışmalara yönlendirmeleri çocuk gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Müzik ve plastik sanatların geliştirilmesi için bu dönemin avantajları gözardı edilmemelidir. Çocukların bu alanlarda alacağı eğitimler yaşamlarının bütün alanlarına olumlu katkılar sunacaktır. Kendilerini daha kolay ifade edebilme yeteneğini kazanacaklarından okul ve sosyal yaşamda başarıları artacaktır. Öz güvenleri daha hızlı gelişeceğinden emsallerine göre daha çabuk olgunlaşacak ve daha mutlu ve huzurlu olacaklardır.

Hepimizin çevresinde mutlaka bir Alzheiymer hastası vardır. Dikkat ediniz bu hastalar öğrenme sürecini sonlandırmış kişilerdir, bu hastalara yeni bir şey öğretemezsiniz, bırakınız öğretmeyi öğrendiklerini büyük bir hızla unutmaya başlarlar. İşte anlatmak istediğim bu. Öğrenme süreci bittiyse ölüm büyük bir hızla geliyor.

Aslında öğrenmenin yaşı ve zamanı yok diye başlık koymamın sebebi de kendi deneyimlerimle ilgili. Kendim ve yakın çevremdeki insanlar müzikal ve sanatsal alanda bir şeyler daha öğrenebilir miyiz diye bir uğraş içinde devam ediyor. Bu uğraş bizi zihnen ve bedenen diri tutuyor, yaşama sevincimizde yeni heyecanlar yarattığından mutluluk veriyor. Beynimiz mutluluk hormonu seratonin üretiyor ve kendimiz mutluluk duygusunu yaşıyoruz ve çevremize de bir nebze bu duyguyu yayıyoruz.

Aynı düşünceyi taşıyan, aynı ruhla donanmış bir grup arkadaşımızla beraber sürdürdüğümüz sanatsal çalışmaların sonucu o kadar çok güzel şeye vesile olduğumuzu görmek bizi daha da kamçılıyor. İlimizin içinde yarattığımız sinerji ilimizin dışına taştı ve dalga dalga yayılarak yurt dışında da bazı kişi ve kurumlara örnek olmaya başladık. Son yıllarda yaptığımız müzik terapi çalışmaları Sağlık Bakanlığı bünyesinde değerlendirilip uzun süreli hastalık tedavilerinde müzikal terapi moral amaçlı uygulamaya koyulmaya başladı. Temennimiz bu çalışmalarımız Üniversiteler düzeyinde geliştirilip daha bilimsel yöntemlerle insanlara faydalı olunur. Makalemizi hoş bir anekdotla sonlandıralım.

Bestecilik yaşamının henüz başlarında popüler olmuş bestekar George Gershwin sanatını yeni şeyler öğrenip ilerletmek amacı ile, dönemin büyük bestekarı İgon Stravsky’ye bir telgraf çeker :

* Üstadım sizden ders almak istiyorum, ücretiniz nedir ?

Telgrafı alan Stravsky’ i , karşı telgrafla şunu sorar .

* Senede kaç para kazanıyorsunuz ?

Dönemin popüler bestecisi cevap verir .

* Takriben Yüzbin dolar.

Cevabı gören Stravsky hemen bir cevap daha yollar.

* O halde ben sizden ders almak için hemen yola çıkıyorum…