Yüzyıllardır insanlığın peşinden sürüklendiği slogan; özgürlük. Hepimiz özgürlükten söz ederiz, fakat kastımız aynı değildir. Aynı kelimeyle adlandırılan fakat sadece aynı olmayıp aynı zamanda birbirleriyle bağdaştırılamayacak şeyler söz konusudur. Konu ile ilgili filozofların yüzlerce eseri mevcut. Ama sanki biraz körlerin fili tarifi gibi, hiç birini yanlışlamak kolay değil. Hangisi bütünü kucaklıyor? Monstesguieu’nun açıklaması bugün de geçerliliğini koruyor: “ Özgürlükten daha çeşitli anlamları olan ve onun insan zihninde yaptığı değişik etkilerden daha fazla etkili olan başka bir kelime yoktur.”
 1947 yılında İsviçre’nin Mont Peler’in köyünde özgürlük tutkunu birçok aydı bir araya gelir ve bir cemiyet kurarlar. 60’lı yıllara kadar Başkanlığını çağın önemli filozoflarından kabul edilen Hayek yapar. Tartıştıkları hep özgürlüktür. Hayek’e göre özgürlük bir insanın başkalarının zorlaması altında kalmaksızın davranabilmesi, hareket edebilmesidir. Daha basit bir ifadeyle “başka birinin keyfî isteğinden bağımsız olmak” durumudur. Ve Hayek Hukuk’u da özgürlüğü koruma amacına hizmet eden bir araç olarak tanımlıyor. Voltaire’de kanun altında özgürlük fikrine inanıyor. Kant’ın meşhur “insan hiç kimseye değil fakat yalnızca kanunlara itaat etmek ihtiyacı hissederse özgürdür” cümlesi de hukuk çerçevesinde özgürlük fikridir. 
 Çok okunan Hindistan doğumlu bir düşünür J. Krıshnamurti’ye göre düşünce yalnız biriktirilmiş bilgiye gösterilen tepkidir; bu sebeple insanı asla özgürleştiremez. O’na göre özgürlük bir tepki değildir, tepkiyi anladığımızda ortaya çıkan zihin halidir. Tepki meydan okumaya verilen yanıttır, hazdır, öfkedir, korkudur, acıdır. Bir şeyden özgürlük ya da bir şey olma özgürlüğü, bunların ikisi de birer tepkidir. İkisi de düşüncenin sonucudur. 
 Son dönem Marksist filozoflar kapitalizmin halkın üzerinde kurduğu baskıcı denetimi “Panoptikon” kavramıyla bütünleştirerek izah etmeye çalışıyorlar. David Lyonn, Michel Foucault, Zygmunt Baumann vs. gibi batılı aydınların kapitalizm eleştirisini, teknolojinin imkânlarından istifade ederek, toplumun gözetlenmesi üzerinden kuruyorlar. Panoptikon bütünü gözlemlemek anlamına gelen bir tasarım. Panoptikon’un özü, denetçinin konumun merkeziyeti ile o etkileyici “görülmeden görme” düzeneğinin birleşmesine dayanır. Kapitalizmin yeni evresi olan tüketici pazarındaki sınırsız özgürlüğün sistem ile çelişmemesi, bir tehdit oluşturmamasının nasıl bir kandırmaca olduğunu çok güzel anlatıyorlar. 
 Ama hep bir şeye karşı tepkinin tanımı olarak karşımıza çıkıyor, özgürlük tarifi.
Bizim anlayışımızda adalet kavramı daha çok öne çıkmış, sanki adalet olunca özgürlüğü dile getirmeye ihtiyaç kalmayacaktı. En geniş manada özgürlüğü tarif eden lâf “Tevhid Özgürlüktür” olsa gerek. Öz’ün gürleşmesi yani kendin olabilme halidir. Allah’ın haricinde hiçbir bir şeye bağımlı olmama durumudur. 
Bana göre en kucaklayıcı tanım Cemil Meriç’e aittir: “ Gerçek hürriyet yalnız hak değil kuvvettir de: Yeteneklerini adaletin hâkimiyeti ve kanunun himayesi altında geliştirmek iktidarı.”