Çevresel bir yaklaşımla konuya açıklık getirmeye çalışacağım. 
Sonunda dönüp dolaşıp arılara bağlayacağım.
Benim yaşadığım nesil ve kuşak bulunduğumuz topraklarda yaşam sürmeye başladığında ekilecek toprak bol, hava temiz, su yeterli ve temiz idi. Tamam elektrik yoktu. Radyo, TV yoktu veya yeni yeni duyulmaya başlamıştı. Çok az kişi ulaşabiliyordu.
Yaşam daha zor ve kısaydı. Ancak insanlar ihtiyaçları kadar kullanıyor, başka insanların haklarına, başka canlıların haklarına hatta gelecek nesillerin haklarına tecavüz etmiyordu.
Sonra ne mi oldu. Fazla anlatmama gerek yok sanıyorum. Çünkü birebir yaşıyoruz.
Elektriğin yaygınlaşması, iletişim ve ulaşımın daha çok ulaşılır olması, nüfus artışı, sanayi ile birlikte hava kirliliğinin, su kıtlığının, ekilecek alanların azlığının kısaca çevre sorunlarının giderek yoğun yaşandığı yıllara ulaştık.
Bunlar benim gözlemlerime göre 50 yıl içinde oldu. Bu kadar hızlı değişim böyle devam ederse 50 sonrasının bulunduğumuz topraklarda nasıl olacağını tahmin etmek bile istemiyorum.
Ancak uzmanlar acil tedbirler alınmazsa  50 yıl sonrasının çok geç olacağını, geri dönüşün hemen hemen imkansız olacağını anlatan sayfalar dolusu yazılarını okuyunca ümitsizliğe kapılıyorum.
Yoksa medeniyetin başarısı bizi yok olmaya mı götürüyor.
Çok basit bir örnekle açıklayayım;
Çevre kirliliğinden en çok nasibini alan arılar olmazsa başımıza neler gelebilir?
TEMA Vakfı ile Balparmak firmasının ortak çalışmasından alıntı yaparak arıların önemine bir vurgu yapalım. 
“Herhangi bir yolla erkek çiçeklerde üretilen polenlerin aynı çiçeğin veya aynı bireyin / aynı türün başka bir çiçeğinin dişicik tepesine taşınmasına tozlaşma (polinasyon) denir.  Polinasyon, meyve ve tohum üretiminin temeli olup türlerin büyük çoğunluğunda polinasyon olmadan meyve ve tohum üretimi mümkün değildir. Çiçekli bitkilerin %90'ı böcekler, kuşlar ve memeli hayvanlar aracılığıyla tozlaşmaktadır. Polinatör olarak isimlendirilen tozlaşma sağlayan canlılar içinde böcekler, böcekler içinde de arılar önemli paya sahiptir. Dünya gıda üretiminin %90’ını sağlayan 82 bitki türü polinatör tarafından, bunların da %63’ü arılar sayesinde tozlaşmaktadır. Birçok tarımsal üründe yetersiz tozlaşma nedeniyle ürün kaybının %90’a ulaştığı bildirilmektedir. Modern tarım teknikleriyle toprakların işlenmesi ve insektisit uygulamaları sonucu böcek polinatörlerde büyük azalma vardır. Verim kaybının azalmasını önlemek için bal arılarının tozlaşma sağlamak üzere kullanılması zorunludur.”
Şimdi arılar olmazsa neler olabileceğini yazmak boşuna zaman harcamak olur. Her şey yukarıdaki yazıda belli zaten. 
O halde bizi yaşatacak olan arıları yaşatmak zorundayız.
Sadece  biz insanlar değil arıların başka düşmanları da var. Onlarla da savaşmak arılara yardımcı olmak zorundayız. Katil arılar konusu.
Kestane ağaçlarının tomurcuklarına yerleşerek, çiçek açmasını engelleyen ve arıcılar arasında katil arı diye adlandırılan gal arısı, zamanla kestane ağaçlarının kurumasına da neden oluyor. Bu zararlıyla  mücadele edilmeli.
Birde önce ABD’de görülen sonra  da Avrupa’ya sıçrayan   katil eşek arıları var. 30 eşek arısı bir kovan arıyı birkaç saatte öldürebiliyormuş.
Birde Afrika arılarından bahsediliyor. Bu arıların adeta intikam timleri  gibi gruplar halinde saldırdıkları görüntüleri var. Zor şartlar altında yaşadıklarından hatta yeni gen özellikleri kazandıklarından gelecekte şimdiki bal arılarının yerini alabilecekleri gibi senaryolar yazılıyor.
Bir belgeselde ise arıların medeniyetin başarısından öldükleri yazıyor.
Arıların yaşamaları bu kadar önemli ise biz onları yaşatacak tedbirler almalıyız.
Yalova’ya bakıyorum da topraklarımızı sanayiye terk ediyoruz. Ormanlarımızı kesip rüzgar santralleri yapıyoruz ve rüzgar gülleri ile arıları ve diğer canlıların yaşam alanlarını daraltıyoruz. ( Rüzgar santrallerini orman olmayan ve rüzgar esen tepelere neden yapmıyoruz. Ağaçlara neden kıyıyoruz.) Tarımsal ilaçları olabildiğince kullanıyoruz. 
Yalova’nın  meşhur şifalı kestane balını yakında bulamazsak hiç şaşırmayalım.
Elmamız zaten yok. Domatesimiz biberimiz Antalya’dan litrelerce yakıt harcanarak geliyor.
Geri dönüşüm çalışmaları yeterli olamıyor, vahşi çöp depolama işine devam ediyor muşuz. Çöpümüzü dökecek yerimiz yokmuş. Ne gam.
Tarım alanlarına OSB’leri oturtmuşuz. Bitki gen bahçelerini söküp piknik alanı yapmışız kimin umurunda.
Kimin umurunda diyorum ama  maalesef gelecek nesillerin umurunda olmak zorunda. 
Çünkü onlara yaşayacak alan bırakmıyoruz.
Belgeseldeki senaryoda söylendiği gibi ortalık katil arı sürülerine mi kalacak.
 Çok ürkütücü…
Ben en iyisi başka masraflarımdan kısıp, pahalıda olsa bir kavanoz bal alayım. 
Bir kilo balın yapımı içi bir kovan arının dünyanın çevresini iki defa dolaştığı söyleniyor. Bu vesileyle bende dünyayı dolaşmış olurum.
Arıcılığa da teşvik olun.
Umutlarımız bitmesin.
İyi haftalar diliyorum.