Her milletin bir Milli Marşı vardır. Milletçe saygı duyulan, ayakta dinlenen, yurt dışında da o milleti temsil eden bu marşların bir kısmı hükümdarlara övgü mahiyetindedir. Bir kısmında dinî öğeler ağır basar, bir kısmı da kahramanlık türküsü şeklindedir.
Osmanlı Devleti’nin bir Milli Marş’ı yoktu. II. Mahmut, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan ve yeni bir askeri düzenlemeye geçtikten sonra, Mızıka-yı Hümayun’u kurdurtmuştu. Orkestra Şefi Donizetti Paşa, Mahmudiye Marşı ile bir gelenek başlatmış, her sultanın tahta çıkışında, saray orkestra yöneticisi yeni bir marş hazırlamıştı ama bunlar millî marş değildi.
Oysa, Osmanlı Devleti döneminde bir millî marşa ihtiyaç vardı.
Avrupa’ya gönderilen heyetler, millî marş söylenmesi gereken hallerde çok zor duruma düşüyorlardı. Yabancı bandolar da, törenlerde kendi millî marşlarını çalıyor, sıra Osmanlı Devleti’ne gelince, marş konusu her hangi bir şekilde geçiştiriliyordu. Örneğin, 1875 yılında, Almanya’da yapılan bir törende, sıra Osmanlı Devleti’nin milli marşını çalmaya gelince, orkestra şefi önce ne yapacağını bilememiş, ancak Osmanlı bayrağındaki hilâlden esinlenerek ünlü bir Alman türküsü olan “AYDEDE... AYDEDE...)’yi çalmıştı.
Bu arada, bazı ülkelerin milli marşlarını ne zaman kabul ettiklerini hatırlamakta yarar vardır:
Arjantin 1813’te, Uruguay 1815’te, Bolivya 1845’te, Brezilya 1890’da, Venezuela 1881’de, İsveç 1880’de, İzlanda 1874’te, Fransa 1879’da, Yunanistan 1864’te, Portekiz 1910’da millî marşlarını resmen kabul ve ilân etmişlerdi.
Bizim Millî Marş’ ımızın ortaya çıkışı, Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerine rastlar. Şüphesiz, zaferin henüz kazanılmadığı, geleceğin henüz tam olarak bilinmediği bir dönemde yazılmış olan Milli Marş’ımızı, yazıldığı çevrenin ve zamanın dışında düşünmek mümkün değildir.
Daha birkaç yıl evvel, üç kıtada topraklara sahip bir devletin fertlerinin, şimdi düşmanını can evinde hissetmesinin verdiği psikolojik yıkımı ve azabı anlamadan İstiklâl Marşı’nı anlamak mümkün değildir. Tüm yokluklara ve acılara rağmen, Türk Milleti’ne ölümü göze aldıran vatan sevgisini anlamadan İstiklâl Marşı’nı yeterince anlayamayız.
Kurtuluş Savaşı, batan Osmanlı Devleti’nden kalan toprakları kurtarabilmek için yapılan son ve amansız bir mücadeleydi. Üstelik bu mücadelenin kazanılıp kazanılamayacağı da belli değildi. Birinci İnönü Muharebesi sona ermiş, Yunanlılar gelecekteki harekâtlarına hazırlık yapmak amacıyla, Bursa- Uşak genel hattında mevzilerine çekilmişlerdi.
Bundan sonra, Batı Cephe Komutanlığı, bütün Batı Anadolu’nun çok zor günler geçirmesine ve büyük bunalımlara sebep olan Ethem ayaklanmasını bastırmış, asi Ethem ve yandaşları Yunanlılar’ a sığınarak kaçmışlardı. Böylece, düzenli ordu birliklerinin hızla yapılanması için imkân doğmuştu.
Vatanın düşmandan temizlenmeye çalışıldığı o bunalımlı günlerde, şiirin manevî bir kuvvet olduğunu göz önünde bulunduran Batı Cephe Komutanı İsmet Bey, Maarif Vekilini (Milli Eğitim Bakanını) ziyaret ederek, askeri yüreklendirecek/şevklendirecek bir marş yazılmasını ordu adına teklif etti.
Bunun üzerine, Maarif Vekâleti tarafından 500 TL. ödüllü bir yarışma açıldı. Kısa süre içinde, yarışmaya 724 şiir geldi. Fakat bunlar arasında istenilen şiir yoktu. Bunlardan hiç birisi ulusal heyecanı, bağımsızlık savaşının ruhunu yansıtacak güçte değildi. Böyle destansı şiir yazacakların başında Mehmet Akif ilk akla gelen isimdi ama o yarışmaya katılmamıştı. O, vatanın kurtuluşu hürriyet ve istiklâl gibi milli duyguların para ile haykırılamayacağı düşüncesiyle yarışmaya iştirak etmemişti.
O tarihlerde, Ankara’da 140 liraya bir çiftlik satın alınabiliyordu ve yine o tarihlerde Akif’in cebinde hiçbir zaman iki liradan fazla para bulunmuyordu. Dönemin Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi ( Tanrıöver ) Bey, durumu öğrenince Akif’ e bir mektup göndererek, iştirak etmemesindeki sebebin ortadan kaldırılacağını, istenen şiiri yazmasının maksadın meydana gelmesi için son çare olduğunu, ifade etti ve memleketi coşturup, heyecanlandıracak böyle bir vasıtadan mahrum bırakmamasını rica etti. Bunun üzerine, milli mücadeleye başından beri katılan, vilâyetleri dolaşarak halkı aydınlatan ve İstiklâl Marşı’nın heyecanını daha savaşın başından beri gönlünde yaşayan Arif, şiiri yazmaya başladı.
Mehmet Akif, kısa bir sürede tamamladığı şiirini Hamdullah Suphi’ye verdi.
1 Mart 1921 günü, içlerinde Mehmet Akif’in şiirinin de bulunduğu şiirler Meclis’te okundu.
12 Mart 1921 günkü oturumda ise, milletvekilleri şiirler hakkındaki görüşlerini açıkladılar ve sonuçta Mehmet Akif’in yazmış olduğu İstiklâl Marşı isimli şiir, oy birliğiyle Milli Marş olarak kabul edildi.