Bazı düşünürler, Arap harflerinin Türkçede kullanılan bazı sesleri vermediğinden yola çıkarak, Arap harflerinin mutlaka ıslah edilmesi düşüncesindeydi. Onlara göre en azından Arap harfleri ayrı ayrı yazılmalıydı.

Örneğin İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Prof. Dr. Necmettin Arif, böyle düşünenlerdendi.

Hüseyin Kazım Kadri, 1911’de İçtihat dergisinde yayımlanan bir yazısında Arap harflerinin Türkçeye uygun olmadığını şöyle ifade etti:

“Eski Türk alfabesinin (Göktürk- Uygur) unutulup,  Türkçenin Arap harfleriyle yazılması, bugün Musevilerin bir türlü unutamadıkları İspanyolcayı İbrani harfleriyle yazmalarına benzer. Kendi lisanımızın malı olmayan harflerle (Arap harfleriyle) ne kadar sıkıntı çektiğimizi ve çocuklarımızın başka bir lisana (Arapça) ait harflerle yazılarımızı okumak için ne derecelerde zorluk çektiklerini herkes bilir.” ( Ülkütaşır, a.g.e.s. 37)

Arap alfabesinin kullanılması, askerlikte de büyük zorluklar doğuruyor, özellikle mesajlarda yanlış anlaşılmalara neden oluyordu.

Enver Paşa, bu olumsuzluğu gidermek için, “Enver Paşa Yazısı” veya  “Hatt-ı Cedid ” adı verilen bir yazıyı kullanma yönüne gitti. Bu yeni yazı orduda bir süre kullanıldı. ( Ülkütaşır, a.g.e.s. 25)

Dünya Savaşı’nda Avrupa cephesindeki Osmanlı birlikleri resmi telgraf yazışmalarında Lâtin harflerini kullandılar. ( Karal, a.g.e.s. 93)

Meşrutiyet döneminde Hüseyin Cahit Yalçın, Dr. Abdullah Cevdet gibi aydınlar açıkça Lâtin alfabesine geçilmesini savundular.

Hüseyin Cahit Yalçın’ın 1910’da Tanin gazetesinde yayımlanan “Arnavut Hurufatı” başlıklı yazısının bir bölümünü  hatırlayalım: “…Bugün kullanmakta olduğumuz harflerin Türklük ve Müslümanlıkla ilgisi bulunmamaktadır; Türkler kendi yazılarını bırakıp bunları sonradan kabul etmiştir.” (Ülkütaşır, a.g.e.s. 30)

Celal Nuri de, 1912’de yayımlanan “Tarih-i İstikbal” adlı kitabında şunları yazmıştı:

“Şu Sami ve lisanımızın ruhuna uymayan Arap harflerini terk edelim. Üniversal olan Lâtin harflerini alalım. Arap harfleri, Arap ve İbrani gibi Sami diller içindir. Halbuki Türkçemiz…Turani özelliğini kaybetmemiştir. …İlerlemek istiyorsak, bir dakika kaybetmeden Lâtin harflerini incelemeliyiz.” (Ülkütaşır, a.g..s. 27)

Celal Nuri’nin yine aynı yıl, 1912’de yayınlanan “Tarih-i Tedenniyat-ı  Osmaniye Mukadderat-ı Tarihiye” adlı kitabında yazdıklarına da bir göz atalım:

“Harflerimiz berbattır. Bunlar yetersizdir. Harflerimizin noksanından, bir işe yaramadığından, gayr-i ilmi bulunduğundan burada bahsetmeyeceğiz. …Bu hal ilerlememize mani oluyor…Lâtin harfleri hem pek doğal hem de Türk diline Arap harflerinden çok daha uygundur.” (Ülkütaşır, a.g.e.s. 29)

1914 yılında Hürriyet-i Fikriye dergisinde, Latin alfabesine geçilmesinin dinen sakıncalı olduğunu savunanlara şöyle karşılık verildi:

“Şeyhülislam, yahut Fetva Emini hazretlerinden şu sualime bir cevap almayı pek arzu ederdim: Fransızlar İslâmiyet’in esaslarını pek makul bularak milletçe Müslüman olsalar!.. Acaba onları Müslüman sayabilmek için o pek zarif dillerinin Arap harfleriyle yazılması şart mı koşulacak ? Evet cevabını beklemediğim halde alırsam, kemal-i cesaretle, ‘Siz bu zihniyetle dünyayı Müslüman edemezsiniz’ karşılığını vereceğim. Hayır sakınca yok, cevabını alırsam ‘Biz Türklerin de Lâtin harflerini kullanmamıza müsaade eden bir fetva veriniz’ ricasında bulunacağım. Hayır. Fransızlar ne kadar az Arap iseler biz de o kadar az Arabız.”(Ülkütaşır, a.g.e.s. 39)

Görüldüğü gibi, Osmanlı aydınları da Arap harflerinin Türkçeye uymadığını ve bir an evvel Lâtin harflerine geçilmesini kabul ediyorlardı. Konuşulduğu halde yazılamayan bir dil ile yazıldığı gibi okunamayan bir yazı dili vardı.

Bu durumda, Arap harflerinden Lâtin kökenli yeni Türk harflerine geçiş abartıldığı gibi bir gecede olmamıştır. Harf devrimi, yani Arap harflerinden Türkçenin kullanımına uygun yeni Türk harflerine geçiş, “milleti geçmişinden koparmak için” değil,  toplumsal bir ihtiyaç için yapılmıştır. İyi ki yapılmıştır! Harf devrimi, cumhuriyet tarihinde yapılan en önemli yeniliklerden biridir.

Ve artık buradan geri dönüş yoktur!