GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

Son yıllarda Türkiye’nin en önemli konularından biri, bölgecilik ve ırkçılık iddialarıdır. Oysa bu iddialar XIX uncu yüzyıla kadar söz konusu değildi. Bu yüzyılda, başta Rusya ve İngiltere olmak üzere, emperyalist devletler, giderek askerî ve ekonomik gücünü kaybeden Osmanlı Devleti’ni sömürmek, sonra da çökmeye yüz tutmuş bu cihan devletinin mirasından daha büyük ölçüde pay koparabilmek için bu silâhı kullanmaya başladılar.

Başlangıçta etnik gruplar olarak, din hariç olmak üzere, Türk gelenek ve göreneklerini büyük ölçüde benimsemiş ve Türkler’ le yüzyıllar boyunca iç içe yaşamış Hristiyan toplulukları seçtiler. Milliyetçilik akımlarının gelişmeye başladığı bu çağda, emperyalizmin bu silahı gerçekten etkili oldu.

Bundan sonra sıra Müslümanlara geldi. Ama bu silah sadece Anadolu dışında yaşayan, Türklerle aynı ırktan olmayan Müslüman Arnavut ve Araplar arasında başarı kazanabildi.

Emperyalistler, bu bölme gayretleri içinde mezhep farklarından da yararlandılar.

Kurtuluş Savaşı başladığında, durum kısaca buydu. Emperyalistler kendi amaçları için etnik ve dinî öğeleri kullanmaktan kaçınmamışlardı.

Önce Erzurum, sonra Sivas’ta toplanan kongrelere, mümkün olabildiği ölçüde, bütün milleti temsil etmeye yetkili delegeler katıldı. Bu kongrelerde, bütün Anadolu halkının temsilcileri tarafından alınan kararlar sayesinde, yeni Türk devletini kurma mücadelesine başlanabildi.

“VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ VE ULUSUN BAĞIMSIZLIĞI TEHLİKEDEDİR. ULUSUN BAĞIMSIZLIĞINI YİNE ULUSUN AZMİ VE KARARI KURTARACAKTIR.”

Erzurum Kongresi’nde alınan bu karar, bütün Anadolu halkının temsilcileri tarafından alınan bir karardır. Bu karar, bugün maksatlı, yanlış ve zararlı bir şekilde yaratılmak istenen bölücü faaliyetin gerçekle hiçbir ilgisi olmadığının en açık delilidir. Her bölgenin halkına ayrı bir ad takma planı ile o bölgeler halkını ayrı birer etnik gruplardan gelmiş gibi gösterme çabaları bu kararla iflâs ediyordu.

Kuva-yı Milliye ruhunun en büyük gücü olan bu karar, aynı zamanda yıllardır Türk Ulusu’ nu bu yolla bölmeye çalışan dev güçlere de en güzel cevaptı. Ama emperyalist güçler böyle bir cevaptan bile ders alamadılar. Zira onlar her gerçeğe başka bir demagojik iddia ile ortaya çıkacak kadar çıkarlarına bağlıydılar. Derhal din silâhını ileri sürdüler. Doğrusu başarılı da oldular. Kurtuluş Savaşı’nın dört seneye yakın sürmesinin sebeplerinden biri de budur.

Ne var ki, vatanın bağrında güçlü bir lider olan ATATÜRK vardı. ATATÜRK’ ün etrafında kenetlenen, millet şuuruna erişmiş Anadolu halkının büyük kitlesi, doğulusu ve batılısıyla bu maceraperestleri ve onların şahsında sinsi emperyalizmi yine başarısızlığa uğrattı.

Bugün de, dış mihraklı bu güçler, Türkiye’yi parçalamaya çalışıyorlar. Kısacası Türkiye’yi parçalama çabası durmadı. Türkiye Cumhuriyeti’ nin jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı durmaz da...

Bunu artık herkesin açık seçik anlaması lâzım.

Türk Milleti, tarihin her safhasında, genellikle kendi ırkından ve kanından insanlara zor durumda kaldıkları zaman kollarını açmıştır. Bugün, Anadolu’nun değişik yörelerinde bu şekilde yerleşen ve Anadolu’yu kendilerine vatan yapanlar vardır. Bunun için de Anadolu’nun kültür mozaiği çok renklidir. Bu topraklarda yaşayan, bu toprağın havasından- suyundan kısacası nimetlerinden sonuna kadar istifade eden herkes, birlik ve beraberlik içinde, özgürce soluklandığı bu vatan toprağına sahip çıkmalıdır. Unutmayalım: millet olmak, tasada ve kıvançta bir olabilme ruh ve şuuru demektir.

Bakın bu konuda ATATÜRK ne diyor:

“ Zengin bir hatıralar mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak konusunda ortak arzu ve istekte samimi olan, sahip bulunan mirasın korunmasına beraber devam etmek hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluma Millet adı verilir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”

***

14 Ağustos, Kıbrıs Barış Harekâtı’ nın ikinci döneminin başladığı tarihtir ve çok önemlidir.

20 Temmuz 1974’ te Kıbrıs Barış Harekâtı başlamış, 30 Temmuz 1974’te Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldıkları Birinci Cenevre Konferansı sonunda yayınlanan deklarasyonda/ bildirgede, Kıbrıs’taki iki otonom yönetimin varlığı kabul edilmiş ve anayasal bir hükümetin yeniden kurulabilmesi için müzakereler yapılması gerektiği belirtilmişti.

İkinci Cenevre Konferansı ise, Kıbrıs Türk ve Rum toplumları temsilcilerinin de iştirakiyle 9/13 Ağustos 1974 tarihlerinde yapılmıştı.

İki konferans arasındaki dönemde Yunan- Rum tarafı, 30 Temmuz deklarasyonunda/ bildirgesinde yer alan mutabakatlara uymadığı gibi Türk toplumuna karşı saldırılarını sürdürmüş, çok sayıda köyü terke zorlamış, Güney Kıbrıs’taki Türkleri gayrî insanî bir abluka altına almış, Atlılar, Muratağa, Sandallar, Taşkent, Terazi ve Mari köylerindeki Türk nüfusunu tümüyle ortadan kaldıran toplu katliamlara girişmişti.

İkinci Cenevre Konferansı’nın sonuçsuz kalması üzerine 14 Ağustos 1974’te başlayan harekâtla bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni oluşturan bölge Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri’nin kontrolü altına girmiştir.

Biliyorum tarih sıkıcıdır ama ara sıra geçmişte olanları hatırlamakta yarar var.

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.

“ Ne Mutlu Türk’ üm Diyene!”