O öğle arasında odama giren Erman bir bana bakıyordu, bir de tavana. Hayli gergin olduğu vücut dilinr öyle bir yansımıştı ki, bir bakışta anlamamak mümkün değildi. Ben de neskafemi yapmaya hazırlanıyordum ve aklımda da tasarladığım o köşe yazısı vardı.   

            Ellerini arkaya birleştirmiş bir vaziyette odada bir o yana, bir bu yana gidip gelmekteydi amaçsızca. Arkama yaslanıp bir süre onu izlemekteydim. Baktım ki olacak gibi değil, bir espri yaparak onun gerginliğini azaltayım diyordum.

            ''Erman otur hele, birisi canını müthiş sıkmış, besbelli... Baksana bir mahkum gibi volta atıyorsun. Odanın bir ucundan bir ucuna kaç adım attığını da saymışsındır kesinlikle mahkum kardeş. Ne zaman tahliye oluyorsun?''

             Durup bakışlarını bana doğrultuyordu. Burun kanatlarının inip kalktığını, yüzünün kıpkırmızı olduğunu, yüzünde tikler oluştuğunu farketmemek  mümkün değildi. ''Yani bu toplantıda o kişiyi tanımakta zorlandım inan. İnsan böyle mi çift kişilikli olurmuş! Düşünsene kapalı kapılar arkasında yönetime kılıç kuşanan adam adeta medikal firmaların avukatlığına soyundu bugün. Bir de sahte tebessümler yağdırıyordu ki!'' Koltuğumda arkama yaslanarak ellerimi önden birleştiriyordum. ''Bizim Murtaza'dan bahsediyorsun sanırım. Ben onun ciğerini bilirim. Hani eskiler ben onun cemaziyel evvelini bilirim derler ya, o misal... Benim için sürpriz olmadı ki bu anlattığın. Yaşadıklarımdan öğrendiğim çok şey var! Hem sen o özlü sözü biliyor musun?''

            ''Ne gibi?''

            ''İnsan çeşit çeşit, yer damar damar!... Ne güzel bir söz değil mi!''

            ''Haklısın da adamda damar yok ki!''

            ''Nasıl yani! Ar damarı çatlamış demek istiyorsundur sanırım!''

            Erman ayağa kalkıp ''aynen öyle, adamda ar damarı yok ki! Her devrin adamı!''

            ''!Bak'' diyordum, ''böylelerinin mabudu paradır, dünya malıdır. Bolca nutuk atarlar... Sonu 'ci', 'cı' ya da 'cü' ile biten sıfatları ve kavramları kullanarak kendilerine olmayan bir statü, hayali bir mertebe biçerler!''

            Bir kahve molası verelim düşüncesiyle ayağa kalkıyordum. ''Erman su kaynadı, neskafeleri hazırlayayım. Bak yanında çikolata da ikram edeceyim, boşver. Sana Dickens'in bir sözünü söyleyeyim mi! İnsanı tanımlayan derinlikli bir söz!''

            ''Merak ettim!''

            ''Dickens bir romanında şöyle diyordu: 'Ağacın damarlarını saklayamazsın. Üzerindeki cilayı kazıdıkça altından damarlar çıkar. İşte ağacın özü odur'...!'' Ve kahvelerimizi yudumlaarken Erman'ın biraz rahatladığını görüyordum. ''Bak'' diyordum, ''sen bana geçenlerde sitem ediyordun ya... Hani kabuğuma çekildiğimi, hiçbir idari görev üstlenmek istemediğimi belirterek tatlı bir sitemde bulunuyordun ya!''

            ''Evet, aynen öyle, sen çekilirsen işte böyleleri o göreve gelir ve meydanı boş bulunca da at oynatır!'' Tebessüm ediyordum... ''Erman'' diyordum, ''tecrübe terimini sana sorsam nasıl tanımlarsın?'' Omuzlarını silkiyordu... ''Canım felsefe yapmayı bırak, nerden bileyim!''

            ''Peki'' diyordum, ''ben sana tarif edeyim o zaman. Tecrübe, insanın hayat boyu yediği kazıkların toplamından ibarettir!'' O da ne! Erman aniden bir kahkaha  atıyordu, belli ki gevşemişti. ''Niye, çok mu kazık yedin hayatta?'' Bu sefer gülme sırası bendeydi. ''Hem de ne kazık! Mahkeme bile gördüm. İnan az daha meslekten oluyordum. Ve de arkamı döndüğümde bir Allahın kulunu göremiyordum. Sanki ne ben onları tanıyordum, ne de onlar beni... Adeta kalabalıklar içinde yalnızları oynuyordum. Veya ben bir vebalıydım sanki!''

            Erman'ın yüzü gerilmişti birden. ''Bak bundan hiç bahsetmemiştin, nasıl yani?'' Elimi omuzuna atıyordum... ''Bak'' diyordum, ''ben anılarımın bir kısmı için ne derim biliyor musun?''

            ''Ne dersin?''

            ''Halının altına süpürdüğüm anılarım derim, ama şimdi yavaş yavaş halının altını kaldırıyorum. Bizim oralarda derler ki nasıl olsa tav tav oldu, sav sav oldu!''

            ''Güzel bir deyim. Yani zaman aşımına uğradı veya köprülerin altından çok sular aktı gibi bir şey bu!''

            ''Aynen!''

            Kahvesini yudumlarken bakışlarını bana doğrultuyordu... ''Anlatsana!''

            ''O bir devirdi, yaşandı ve gitti. Bir de iftiraydı resmen. Zülf i yare dokunacak, ama anlatacağım. Döner Sermaye Komisyonu Başkanı'ydım. Ultrasonografi bölümünden bir meslektaşımız birgün elindeki bir teklifle bana geliyordu. Hocam diyordu, bu ultrasonografi cihazına bir lineer prob alalım da hasta yelpazemiz genişlesin. Yazık oluyor hastalara, ya Yalova dışına gitmek zzorunda kalıyorlar, ya da bir özel hastaneye... Ben de makul bulup kabul ediyordum ve kapalı zarf usulü ile ihaleye çıkıyorduk. Pazarlık usulü ile de almak mümkün olduğu halde şaibe olur, iftira atarlar diye böyle garantili bir yolu seçiyordum kendimce!''

            ''Eee!''

            ''Hani mevcut olan Toshiba marka cihaza sadece aynı marka prob almak gerekir elbette. Mersedes marka bir arabaya ayna alırken gidip Tofaş aynası alacak haliniz yok ya !''

            ''Elbette öyle!''

            ''Hastanemizden elbette o özel kuruluşa hasta gitmemeye başlamıştı biz probu alınca!''

            ''Yani değirmenin suyu misali'' diyordu Erman.

            ''Aynen öyle Erman. Ve müfettiş gelip bir rapor tutuyordu ve biz 7 kişi soluğu Ağır Ceza'da alıyorduk. İhaleye fesat karıştırmışız ve de çete kurmuşuz güya! Biz neymişiz meğer! Bir çete!''

            ''Deme yaa!''

            ''Aynen. Savcı hepimize ilk duruşmada ömür boyu kamu hizmetlerinden men ve on yıldan az olmamak kaydıyla da hapis cezası istemez mi! Donup kalmıştık!''

            ''Gerçekten mi?''

            ''Neyse uzatmayayım, mahkeme 2 sene sürdü ve bilirkişi raporu bizi haklı çıkardı. Evet aldığımız prob aynı marka ultrason cihazının probu olmalıydı. Başka bir prob bu cihaza uyar mı hiç! Elbette başka cihazların probu daha ucuz olabilir, ama bu cihaza uyumlu değil ki. Bunu iki senede zor anlatabildik. Temiz bir beraat kararı çıktı, ama ya haysiyet ve şerefimiz... İtibarımız!''

            Erman dinlerken yorulmuştu adeta. Atılıyordu... ''Tamam da birileri bir çomak mı sokmuştu, veya şeytanlık mı yapmıştı da müfettiş gelmişti!''

            Tebessüm ediyordum... ''Evet, menfaati zedelenen malum kişiler sahte teklifleri bakanlığa fakslayınca bu iftira furyasının pimi çekilmişti anlayacağın!''

            Kul hakkı böyle bir şeydi işte. İftira böyle bir şeydi. ''Allahın huzuruna kul hakkı ile gitmeyiniz!''

            ''Erman'' diyordum, ''boşuna dememişler... Söyle alana, kulağında kalana!''