Yalova Elmalık Köyü;

1200 lü yıllarda Moğolların saldırılarından kaçan Kuman Kıpçak Türkleri İznik İmparatoru tarafından sınır bölgelerini savunmak üzere bölgeye yerleştiriliyor. Bir anlamda paralı asker olarak tutuluyor. Kendilerine toprak veriliyor. Hem üretim hem de savunma görevi veriliyor. İşte Elmalık Köyü bu yerleşim tarihinde kurulduğu varsayılıyor. 1214 yılı. Tabii ki Kuman Kıpçak Türkleri bu arada Hristiyanlığı kabül ediyor. (Bu bilgilerin kaynağı Çiftlikköy’lü Cihan Yalvar isimli araştırmacının doktora tezi olarak hazırladığı bilimsel yazıdan alınmıştır.) Bölge Türk hakimiyeti altına girince bölgede yaşayan Hristiyan Türkler’e dokunulmamış, burada yaşamalarına müsaade edilmiştir. Ancak o dönemde bu Türklere Rum denilmeye başlanmıştı.

Birde Elmalık Kalesi var ki bu kalenin tarihine ulaşan olmadı. Sadece Venedikliler zamanında savunma kalesi olarak yapıldığı tahmin ediliyor.

Osmanlı döneminde ise Saruhanlı olarak bilinen köyde 1741 yılında İbrahim Müteferrika tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Türk Kağıt Fabrikası’nın kurulduğu tarih kayıtlarında mevcut.

Bu kısa açıklamadan sonra gelelim bu haftaki yazının “YENİDEN DİRİLİŞİN HİKAYESİ” konusuna;

Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Lozan Antlaşması imzalanmış ve buna bağlı olarak imzalanan mübadil anlaşması ile sınırlarımız dışında kalan Türkler ile yurt içindeki Rumlar değiştirilmeye başlanmıştı.

Elmalık (Saruhanlı) Köyün’ü boşaltan Rumlar köyü yakıp yıkarak gitmişlerdi. 24  Nisan 1924 tarihinde Yunanistan Selanik Drama kasabası Yassıören ve Demirciören köylerinden gelen mübadil Türkler (83 aile) köye geliyorlar. Trenle İstanbul’a geldiklerini biliyoruz. Bazı ailelerin az sayıda hayvan getirebiliyor. (Keçi, inek ve öküz)

Topraklar dağıtılıyor. Çok az sayıda aileye tohum veriliyor. Örneğin benim dedem Küçük Mümin’e (Mümin Tezcan) 8 kilo mısır tohumu veriliyor.

Bu noktadan sonra müthiş bir çalışma başlıyor. Öncelikle yanmış yıkılmış evler oturulabilir hale getiriliyor. Taş bulabilmek için eski kale kalıntısından taşlar kullanılıyor. Kaleden yuvarlanan taşlar öküz arabalarıyla zorluklarla taşınıyor. Bu taşlarla okul ve cami de yapılıyor. Araziler hızlıca işlenmeye başlıyor. Bu aradan göçle birlikte bazı aileler getirdikleri tütün tohumlarından tütün ekmeye başlıyor. Kısa sürede köyün tamamı tütüncü oluyor. Zaten geldikleri yerde de bu işi yapıyorlarmış. Tütüncülük o kadar kolay bir iş değil. Gerekli olan birçok yapı gerekiyor. Kısa zamanda bu yapıları ve araç gereçleri oluşturuyorlar.

Her aile öküz, inek, at, eşek edinmeye çabalıyor. Benim çocukluğumda 1950- 60 arası bizde bir inek bir öküz vardı. Dedemlerde de bir inekle öküz vardı. Babam dedemlerdeki öküzle birlikte tarlaları sürer ekime hazırlardı. İneklerde çok kıymetliydi insanların ana besin kaynağı süt, ayran ve yoğurttu. Bu hayvanları ben önüme kadar otlatmaya götürürdüm. Ancak sadece orman kenarlarında otlatacak yer bulunuyordu. Bütün tarlalarda tütün ve buğday ekili olurdu. Sonra harman zamanı gelir ve  ekinler biçilir hayvanlara otlatacak yerler açılırdı.

İhtiyaç duyulan her türlü gıda köyde üretilirdi. Bir yandan tütüncülük devam ederken bir yandan buğday edilirdi. Bu buğdaydan sadece ekmek değil tarhana, kuskus, makarna, nişasta ve benzeri ürünler üretilirdi. Pazardan alınan patates ve şeker olurdu.

Toprağı işlemenin çok zor olduğu o dönemde insanlar nasıl çalışırdı anlatılır gibi değil. Fakirlik diz boyu, pantolonlar yamalı, kara lastikler yırtık pırtık ancak ambarlar dolu. Açlık tehlikesi yok. Köyden şehre inenlerin lastik ayakkabıları eskimesin diye ayakkabıları iple boyunlarına asarak yalınayak gittikleri hikayeleri anlatılırdı…

Köy olarak eğitime büyük ağırlık verildi. Köylünün gayretleriyle üç sınıflı bir ilkokul yapıldı (1934). Köyün eğitim hayatına Salim Delen isimli öğretmen damgasını vurdu. Tabii ki diğer öğretmenlerinde emeğini asla küçümsemiyorum. Köyden Arifiye İlköğretmen Okuluna gönderilen çocuklar öğretmen olarak mezun olup yurda dağılmaya başladılar. Benim tespitlerime göre Arifiye İlköğretmen Okulu’ndan bu köylü 73 öğretmen yetişti. Sadece öğretmen değil köyden milletvekilleri, doktorlar, belediye başkanları hatta Cumhurbaşkanı adayı çıktı. İsimleri yazmayı bir başka yazıya bırakıyorum. Unuttuklarım olur diye korkuyorum.

Elmalık Köyü’nde yaşanan Yeniden Diriliş hikayesi özetle böyle. Bu konuda çok sayfalı kitaplar yazılabilir. Ancak şimdiki duruma gelirsek tablo pek o kadar parlak değil.

Yıllar sonra tütüncülük bitti, elma yetiştiriciliğine yönelindi. Körfez Savaşı ile Ortadoğu ülkelerine ihracat durunca elma yetiştiriciliği de sonlandı.

Belli bir üretim planlaması yapılmadığından, çeşitli okullarda okuyarak meslek sahibi olanlar köyden uzaklaşınca üretici nüfusu yaşlandı ve köyde üretim en az seviyeye indi. Zamanında hayvan otlatacak yer bulmakta zorlanırken şimdi bütün araziler boş duruyor. Mirasla parçalanan yerlerin de bu çöküşte payı var. Ayrıca bazı bölgelerin imara açılması sonucu imar baskısı da kendini hissettiriyor.

Günümüz şartlarında üretime başlamak zorda olda şimdi yeni yeni hız kazanan bir hareket gözleniyor. Meyve yetiştiriciliği, süs bitkisi üreticiliği, hayvancılık yavaş yavaş canlanıyor. Elmalık Köyü’nde yaşayanların genlerinde var. Yeniden üretimde hızlanıp yeni mucizeler yaratmalarını beklemenin pek hayalcilik olduğu söylenemez.

Bu haftalık da bu kadar.

Hoşçakalın. İyi haftalar diliyorum.