GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

1877- 78 Osmanlı- Rus Savaşı’ nda Doğu’da Erzurum, Batı’da Yeşilköy’e kadar gelen Ruslar, Osmanlı Devleti’ne felâketli bir barış antlaşması dikte ettirdikten sonra askerlerini geri çektiler.

Arkadan Balkan Savaşı çıktı. Kasım 1912’de, Bulgarlar Çatalca’ya kadar geldiler. Herkes Bulgar ordusunun sabah akşam İstanbul’a gireceğini düşünüyordu. Can kaygısıyla panik başladı. Müslüman halkın bir kısmı Anadolu’ya geçti. Başkentin yağma edileceği söylentileri yaygınlaşınca, yabancı elçililer, vatandaşlarını korumak için kolları sıvadılar. İstanbul’daki Hristiyanları korumak amacıyla, yabancı savaş gemileri 17 Kasım 1912’de Galata ve Beyoğlu semtlerine asker çıkardılar. Osmanlı başkenti bir bakıma yabancıların gözetimine girdi. Hesapta İstanbul’da, yani Osmanlı’nın başkentinde bir Padişah ve bir Hükûmet vardı.

Balkan Savaşı’nda, Bulgar ilerlemesi karşısında, Padişahı ve Hükûmeti İstanbul’dan Bursa’ya taşımak söz konusu oldu. Bulgar saldırısı Çatalca’da durdurulunca buna gerek kalmadı. Ama başkent İstanbul’un güvenilir bir kent olmadığı, her an bir saldırıya açık bulunduğu iyice anlaşıldı.

Osmanlı Devleti’nin başkentini Anadolu içlerine taşıma fikrini ilk defa ciddi bir biçimde gündeme getiren kişi, Osmanlı Yardım Heyeti’nde bulunan Alman Generali Goltz (Golç) Paşa’dır. O, 1897’de şöyle demişti:

“ Osmanlı İmparatorluğu’nu köklü reformlarla kurtarmak isteyecek bir büyük hükümdarın, başkenti Türkçe ile Arapça' nın sınırı üzerinde bir yere, mesela Konya’ya veya Kayseri’ye, hatta belki de daha güneye bir yere nakletmesi gerekecektir. ...İstanbul’u savunmak çok zordur. İstanbul’u karadan ve denizden savunmak için buraya çok büyük sayıda asker yığmak gerekir ki, bu doğal bir yığınak olmaz.

Kenarda kalmış İstanbul, hem karadan, hem de denizden saldırıya açıktır. İstanbul’un savunulabilmesi için olağanüstü büyük miktarda askeri burada tutmak gerekir. Ayrıca, İstanbul’da kalacak hükûmet, Asya topraklarıyla da yeterince ilgilenemez. İstanbul, hükûmetin çalışma yeri olamaz. Osmanlı Devleti’nin çöküşü, gerçekte Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u başkent yapmasıyla gizlice başlamıştır.”

Burada, Alman Generali biraz ileri gitmiştir. Doğrusu İstanbul’un stratejik konumu sebebiyle savunulması çok zordur ama Osmanlı Devleti’nin çöküşünü, Fatih’in İstanbul’u fethine kadar götürmek, doğrusu pek inanılır ve mantıklı bir yaklaşım değildir.

Bu teklif, o zamanlarda da büyük gürültü koparmıştı. Lehte ve aleyhte çok konuşmalar yapıldı, yazılar yazıldı. Kütahya eski Milletvekili Gazeteci Ahmet Ferit Tek Bey de, başkentin Anadolu içlerine taşınmasından yanaydı. Ona göre, Kayseri yakınında “Osmaniye” adıyla yeni bir başkent kurulmalıydı. Bunu gerçekleştirmek için de üç ya da dört yılın kâfi olacağını söylüyordu.

Osmanlı başkentinin İstanbul’dan Anadolu içlerine taşınması konusunda bir öneri de 1919 yılında İngilizler’ den geldi. İngilizler, Osmanlı başkentini Anadolu’ya kaydırmak istiyorlardı. Asıl amaçları ise Türkler’ i İstanbul’dan atmaktı. İlk düşünülen yer de Bursa’ydı.

İngilizler’ e karşı savaşa girmiş ve savaşın iki yıl uzamasına sebep olmuş Türkler cezalandırılacaktı. Başkent İstanbul ellerinden gidince, dik başlı Türkler’ in akılları başlarına gelecekti. Bu, aynı zamanda bütün İslâm dünyasına da ibret olacaktı. Dünya Müslümanları, Türkler’ in İstanbul’dan kovulduklarını görünce, Büyük Britanya İmparatorluğu’na karşı durulamayacağını anlayacaklardı. Bir daha kimse, İngilizler’ e başkaldırmaya yeltenemeyecekti.

Bu arada bir de “Vatikan Modeli” ortaya atıldı. Buna göre, Osmanlı Devleti’nin siyasî merkezi Anadolu içlerine kaydırılacak, ama dinî merkez İstanbul’da kalacaktı.

Böylece, İngilizler, İstanbul’daki Halife’yi kontrolleri altında tutarak dünya Müslümanlarını idare edeceklerdi.

Bu sırada Ankara, 27 Aralık 1919’dan itibaren direniş merkeziydi. O gün, Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyeti Temsiliye Ankara’ya gelmiş ve burayı karargâh yapmıştı.

Ne ilginçtir ki, Ankara, o zamanlar eski bir kale ile hastalık saçan bir bataklık arasında harap, perişan, 20- 25 bin nüfuslu, tükenmiş bir orta Anadolu şehrinden başka bir şey değildi.

Gerçi Ankara haraptı, ekonomik hayatı her geçen gün biraz daha artarak çökmekteydi ama kuvvetli gelenekleri olan bir şehirdi.

Kökleri asırlara varan halk kuruluşları henüz ayaktaydı.

Loncalar, Ahilik teşkilâtı içinde yaşıyordu. Zaten, Anadolu’nun sosyo- ekonomik tarihinde, lonca müesseseleri bakımından Ankara, daima en ileri ve en güçlü bir merkez olmuştu.

Belli usul ve gelenekleri olan, başları, liderleri, idarecileri, idare yerleri ve usulleri bulunan ve aslında şehrin sivil silâhlı kuvvetini teşkil eden Seymenler, Ankara’da bozulmamış bir disiplin içinde yaşıyorlardı.

Ankara, Anadolu’da stratejik önemi fazla olan şehirlerden biri olup, demiryolu ile İstanbul’a irtibatlı bulunması sebebiyle Orta Anadolu’da birçok şehrin, devletin merkeziyle irtibatını sağlayan bir kapı durumundaydı.

İşgal kuvvetleri bu durumu çok iyi değerlendirdiler. Mondros Ateşkesi’ nden sonra Anadolu yer yer işgal edilirken, 1918 yılı Aralık ayında, İngiliz kuvvetleri, başta İstasyon olmak üzere, uygun gördükleri yerlere asker yerleştirerek, şehrin stratejik bakımdan önemli olan kısımlarını ele geçirdiler.

İngilizler’ den başka, içlerinde Faslılar’ ın bulunduğu küçük bir Fransız birliği de, Ulus’ta, daha sonra ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kullanılacak olan, İttihat ve Terakki Parti binasına yerleşti.

İngiliz ve Fransız birliklerinin içinde Padişah - Halife’ nin Cihad (Din uğruna savaş) ilânına rağmen, sömürge ülkelerden gelen Müslüman askerlere özellikle dikkatinizi çekerim.

(DEVAM EDECEK)

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.

NEMUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!