GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün askerliğe verdiği önemi gözler önüne seren anılarından küçük bir seçme yapacağım.
Türk töresinde, bağlı olunan topluluğa, devlete bağlılık ahlâkın vazgeçilmez bir kuralıdır. “Eski Türklerde hiçbir Türk, kendi ili, yani milleti için, hayatını ve en sevgili şeylerini esirgemezdi.” 
Törede oldukça önemli bir yere sahip olan vatan sevgisini göstermenin toplum tarafından bireyden beklenen en bariz yollarının başında askerlik gelmektedir. 
Tarih boyunca Türk milleti, ordu- millet, asker- millet olarak tanımlanmıştır.
Türk Milleti için askerlik bir vatan ve namus borcudur.
Türk töresinde askerlik sadece yetişkin erkeklere özgü bir değer değildir; yetişkin erkeklerle birlikte kadınlar da gerekli durumlarda asker olarak kabul edilmektedir.
 Asya Hun Devletine kadar Türklerde düzenli ordunun olmadığı, bir savaş ya da tehlike anında tüm milletin asker olarak savunmayla yükümlü olduğu bilinmektedir.
Mustafa Kemal Paşa, 2 Şubat 1923 günü İzmir'de halka hitaben uzun bir konuşma yapmış; konuşmasında askerliğin önemine değinmiş ve gençliğin nasıl yetiştirilmesi üzerinde de durmuştu:
"Milliyet duygusu, başlı başına bir içtimai heyete kuvvet ve katılık veren ve hayat kabiliyetini genişleten bir keyfiyettir. Bunda cahil olan, bunda gafil olan insanlardan kurulu olan bir içtimai heyet, bir ırk, kopmaya mahkûmdur ve böyle bir heyetin içinde zaten lüzumu kadar iyilik ve kuvvet olamaz ve böyle bir heyet ve böyle bir millet devlet yapamaz. Açık söyleyelim ki, Türkler bu noktadaki gafletlerinin çok cezalarını çekmişlerdir. Efendiler! Gaflete sapmış olan Türkleri çiğnediler, ezdiler ve kovdular. Ben mektepten kurmay yüzbaşı olarak çıktığım zaman itiraf ederim ki böyle bir fikir bende yoktu. Beni bir süvari bölüğü kumandanlığına tayin ettiler. Geçici olarak staj yapmak için Arabistan'da bulundum.
Oradaki askerî kıtaların çoğu ora halkından mürekkepti. İlk defa olmak üzere kışlaya girerken kapısında bekleyen erlerden birine dedim ki 'Miralay bey burada mıdır?', 'Naam seyidi' dedi.
Ben zabittim, karşımdaki erdi. Benim sözümü anlamadı ve bana kendi dilinden başka bir dille cevap vermek istemedi ve vermedi. Bu ufak vakayı ikinci bir vaka takip etti. Bölüğü teslim aldıktan sonra talimhaneye gittim. Onları yetiştirmek için söz söylüyordum, talim ettiriyordum. Onlar alık alık benim yüzüme bakıyordu. En sonunda bir arkadaşım geldi ve dedi ki: 'Onlar senin dilinden anlamazlar. Sen Arapça öğren, bunları öyle öğret!'
Bu ve bunu takip eden misallerle yavaş yavaş bir şey anlamaya başladım. Bir şey hatırlatayım. Biliyorsunuz ki Makedonya'da, nihayetsiz mücadeleler oluyordu. Türkler, Bulgarlar, Sırplar vuruşuyorduk. Niçin vuruşuyorduk? Ben o zaman bilmiyordum ve o zaman benim gibi birçokları da bilmiyordu. En çok çarpışanlar en az biliyordu. Hakikatte onlar, milliyetini göstermek, varlıklarını ispat için çalışıyorlardı. Biz onlara diyorduk ki: Canım hepimiz Osmanlıyız, aramızda fark yok. Susmadıkları için tepelemeye çalışıyorduk. En nihayet onlar bizi tepelediler ve bizi kovdular. Onun için vereceğimiz kültür bu noktadan olacaktır..."
***
Tam bu noktada küçük bir hatırlatmada bulunmak isterim. Atatürk’ e göre, “Zengin bir hatıralar mirasına sahip bulunan; beraber yaşamak konusunda ortak arzu ve istekte samimi olan; sahip olunan mirasın korunmasına beraber devam etmek hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluma millet denir.”
Şimdi soruyorum: millet tanımına uymayan herhangi bir kişiyle beraber vatan görevini yapmak nasıl bir duygudur?
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!.