GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

Ali Şeraiti (1933- 1977), İranlı Müslüman sosyolog, aktivist, düşünür ve yazardır.  Mevlâna ve Muhammed İkbal’den büyük ölçüde etkilenen Şeraiti, özellikle din sosyolojisi ve çağdaş İslâm düşüncesi üzerine eserler vermiştir.

Şeraiti, modern sosyoloji ve felsefenin bakış açısı ve bunun geleneksel İslâmî prensipler ile harmanlanmasıyla, Müslüman toplum ve toplulukların karşılaştığı sorunları açıklamaya ve çözümler bulmaya çalışmıştır.

Devrim öncesi İran' ın en önemli ve etkili felsefi liderlerinden sayılan Şeriati' nin görüşleri bugün hâlâ İran toplumunda popüler ve etkindir. Özellikle bugünkü İslâmî Cumhuriyet rejiminin biçimi ve ruhban sınıfının konumuna karşı çıkan kesimler tarafından beğenilmektedir.

“ XIX. yüzyılda söylenmiş olan şu söz doğrudur: Halk, ahiret ümidi ile dünyadaki mutsuzluk ve yoksulluğa katlanır. Toplumda olan her şeyin ilâhî irade ile gerçekleştiğini; dolayısıyla da statükoyu değiştirmek ve halkın durumunu iyileştirmek için çalışmanın Tanrı’nın iradesine karşı çıkmak demek olduğunu telkin eden inanç yanlıştır.

Şu söz de doğrudur: Din, feodal dönemin ayrıcalıklarının ve ayrımcılığının, servet sahipliği ve yoksulluk biçiminde beliren iktisadî ilişkilerinin ürünüdür.”

Yukarıdaki ifade Ali Şeraiti’ nin…

Ali Şeraiti, İran’da, 1973 yılında, Hüseyniye-i İrşad adlı kültür merkezinin konferans salonunda, “Dine Karşı Din” konulu konferansına bu sözlerle başlamıştı.

Ortalama bir Müslüman’ın zihnini allak bullak eden yenilir yutulur cinsten olmayan bu sözler üzerine doğal olarak salondan “Ne diyor bu adam” diye sesler yükseldi.

Ali Şeraiti, salondan yükselen seslere aldırış etmeden “Devrimci Tevhid Dini” ile “Statükocu Şirk Dini” ni anlatmaya devam etti.

Ardından da sordu: “Hangi Din?”

***

Ali Şeriati, kendi tabiriyle içinde doğup büyüdüğü geleneksel Safevî Şiîliğine yönettiği eleştiriler yüzünden İran’ da dışlanırken, Şiî bakış açısı nedeniyle de Sünnî dünyadan önemli tepkiler almıştır.

Bense, düşünce dünyanızda yeni bir pencere ve ufuk açmak istedim.

Hepsi bu!

***

Kur’an, bir hidayet ve i’caz kitabıdır. O, insanlığı doğru yola iletmek üzere gönderilmiş eşsiz bir mucizedir.

“Kur’an”, kelime olarak “okumak” anlamında bir mastardır; dünyada en çok okunan ve okunacak kitaptır.

Kur’an, okunacak, okunmaya değer, okunası demektir.

Kavramının zihinsel dönemin kavramı olduğunu görürüz.

Gelmiş olan ilk mesaj, derin, hayret verici ve oldukça dikkat çekicidir.

Ümmî bir insan olan Hz. Peygamber’ e (s.a.v) gelen ilk mesaj “işit” değil, “oku” dur.

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (Alak/1)

 Öğrenmenin başlangıcı okumak ve anlamaktan geçer.

Kur’an, insanları; Allah’ ın yerdeki, gökteki ve bunların arasındaki delillerini incelemeye, üzerlerinde akıl yürütmeye çağırır.

Allah’ ın yolu akıl ve vicdan yoludur. Allah’ ın beğenmediği canlı tipi, gerçeğe karşı sağır olan ve aklını işletmeyen insanlardır.

“ Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal/22)

“ O, akıllarını kullanmayanları mundar (inkârcı) kılar.” ( Yunus/ 100)

Kur’an yemin ediyor, ama meleğe ve mesaja değil, mürekkebe, kaleme ve yazdığı şeye:

“ Nûn, and olsun kaleme ve yazdıklarına.” ( Kalem/ 1)

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.

Atatürk diyor ki:

“ Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.”