GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Hibakuşa, Atom bombasından sağ kurtulan, ancak etkilerini taşıyan demek. Esasen sağ kurtulmak demek biraz anlamsız da kaçıyor. Yanık, iltihap, radyasyon etkileriyle biçimini ve sağlığını kaybetmiş iç ve dış organlar, kanser… Şekli bozulan, hatta yüzleri tanınmaz hale gelen, saçları dökülen, zayıf ve hastalıklı görünümleriyle sağlıklı insanlar tarafından dışlananlar…
Şimdi biraz gerilere gidelim ve tarih sayfalarını karıştıralım.
Manhattan Projesi’ nde çalışanların sayısı 130 bini, araştırmalara sarf edilen para 2 milyon doları bulmuştu. General Leslie Groves, “Elini çabuk tut, Bob” diye sıkıştırıyordu fizikçi Oppenheimer’i, “Elini çabuk tut, yoksa Hitler bizi mahvedecek.” Böyle bir tehdit yoktu aslında, Hitler’ in elindeki kadroların atom bombası üretmeleri söz konusu değildi.
2’nci Dünya Savaşı’ na katılalı beri, ölen Amerikan askerlerinin sayısı 400 bini bulmuştu. Bunların neredeyse 50 bini Okinava amfibik harekâtında kaybedilmişti. Tek çözüm, Japonları teslime zorlayacak çapta bir hava saldırısıydı.
İngilizlerin ve Kanadalıların desteğiyle üretilen ilk atom bombası, 16 Haziran 1945 günü Amerikan topraklarında denendi, sonuç başarılıydı.
Savunma Bakanı Henry L. Stimson’ un önüne, bazı Japon kentlerinin listesi kondu.
Kyoto’ nun üzerini çizen bakan, “Olmaz” dedi, “Balayımızı orada geçirmiştik!”
Bir hafta sonra, Pasifik’ teki Stratejik Hava Kuvvetleri Komutanı General Carl Spaatz’ a emredildi. “3 Ağustos’ tan itibaren Hiroşima, Kokura, Niigata ve Nagazaki bombalanacak.”
6 Ağustos 1945 sabahı, Albay Paul Tibbets, annesinin adını taşıyan B-29 tipi uçağı ile Hiroşima’ ya doğru yola çıktı. Uçağın adı “ Enola Gay” idi…
“T” harfi şeklindeki Aioi – Başi Köprüsü’ nün üzerine geldiğinde, Yüzbaşı Thomas Ferrebee 60 kilogram Uranyum- 235’ i serbest bırakacak düğmeye bastı. Saat 8.15’ ti.
Düğmeye basan Yüzbaşı Thomas ile Pilot Paul, yaptıklarından hiçbir zaman pişman olmadılar. “Bir emirdi ve yerine getirdik” dediler.
Benzeri olay, 9 Ağustos’ ta Kokura’ da tekrarlanacaktı. Hava durgundu. Kentin üzerini kaplayan kocaman bulut bir türlü çekilmiyordu. Yüzbaşı Kermit Beahan, B- 29’ un burnunu, alternatif hedef Nagazaki limanına çevirdi.
Orası da bulutluydu. Tam geri dönecekken, bir an için açılan bulutların arasından Mitsubishi silâh fabrikasını gördü. Kararını verip düğmeye bastı. Saat 11.02’ de, 6,5 kilo kadar plütonyum- 239 içeren bomba, toprağa 500 metre kala patladı.
Yüzbaşı, hedefi ıskalamıştı. Bomba, silâh fabrikasının değil, Japonya’ nın en büyük Katolik kilisesi, Urakami Katedrali ve hemen bitişiğindeki, tek mahkûmu bile sağ kalmayan cezaevinin üzerinde patladı.
Nagazaki’ deki ölü sayısı Hiroşima’ dan daha azdı. Kentin 240 bin sakininden 70 bini hemen o anda öldü, 60 bini yaralandı. Birkaç ay içinde, Nagazaki kurbanlarının sayısı 80 bini bulacaktı.
Japonlar, 12 Ağustos 1945 günü teslim oldular. Dünya savaşı bitti sandı.
Manhattan Projesi’ nin pek çok çalışanı, bir tek bombanın bu kadar kişiyi aynı anda öldürebileceğini, radyasyon kirliliğinin kuşaklar boyu vereceği zararı hesaplayamamışlardı.
Patlamalardan birkaç hafta sonra, Hiroşime ve Nagazaki’ yi işgal eden ve azımsanmayacak düzeyde radyoaktiviteye maruz kalan 70 bine yakın Amerikan askerinin sağlık durumu da hiçbir zaman ciddi biçimde izlenmedi. Ya da bir inceleme varsa bile kamuoyuna yansımadı.
Atom bombasının nükleer, biyolojik ve kimyasal etkisine uğradığı halde sağ kalanlar, yani Hibakuşa diye adlandırılan Japonlar, acılar ve utançlar içinde çok zor günler geçirdiler. Bir bakıma ölenler kurtulmuştu.
Bombanın etkisinde kalıp acılar içinde yaşayanların acılarına toplum içinde dışlanmaları da eklendi. Toplum içine çıkamaz oldular. Radyasyona maruz kalan hamile kadınların çocukları sakat, hatta bazı organları eksik doğdu. Bu çocuklar yıllar sonra evlendiklerinde de çocukları sakat doğdu. Her doğumda acılar katlandı.
Kendini dünyanın jandarması yerine koyan ABD, halen istediğini yapmayan ülkelere açık açık parmak sallıyor, kimilerini tehdit bile diyor.
Ancak, günümüzde ABD’ nin yanı sıra Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore’ nin elinde nükleer silâhı var. İsrail’ inde elinde nükleer silâh bulunduğu sanılıyor. Öte yandan ABD, İran’ ı nükleer silâhları geliştirmekle suçluyor.
Kamuoyuna çok az yansıyan bir başka olay daha var. 1949- 1990 yılları arasında, Doğu Kazakistan’ ın Semipalatinsk bölgesini nükleer deneme alanı olarak kullanan Sovyetler Birliği, gerçekleştirdiği sayısız nükleer denemeyle, en az 1,5 milyon kişiyi, Hiroşima bombasının 20 bin katı radyasyona maruz bıraktı. Su kaynakları, nehirler ve tarım toprakları kirlenince, radyoaktivite besin zincirine girdi ve kanser, kısırlık, sakat bebek doğumları, intiharlar dünya ortalamalarının kat kat üzerine çıktı. (Hürriyet, 12.08.2007)
Günümüzde o günleri yaşamış olan Amerikalılar’ ın bile yanıtını veremedikleri bir soru var. ABD niçin okyanusun ortasında bulunan boş bir adayı havaya uçurarak elindeki yeni gücü Japonlar’ a sergileme yolunu seçmedi? Tarihçilerin genel kanaatine göre bu gücü gören Japonlar, aynen Hiroşima ve Nagazaki sonrasında olduğu gibi, anında teslim olurdu. Ama Amerika bunu yapmadı, Pearl Harbour’ dan kalma intikam duyguları ağır bastı.
Son söz olarak; savaşın acı yüzünü unutmamak gerekir diye düşünüyorum.
Aydınlık ve esenlik dolu günler dilerim.
Ne Mutlu Türk’ üm Diyene!