Birinci Dünya Savaşı’ nda Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale Muharebelerinden sonra, Filistin’ deki 7’ inci Ordu Komutanlığına atanmıştı. 7’ inci Ordu, 4 ve 8’ nci Ordularla birlikte Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığına bağlıydı. Yıldırım Ordular Grubu Komutanı, önce Alman General Erich von Falkenhayn idi. Falkenhayn, Birinci Dünya Savaşı başlarında Prusya Savunma Bakanı ve Alman İmparatorluğu Genelkurmay Başkanı idi. Daha sonra Alman İmparatoru tarafından Filistin’ deki Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığına (Almanlar bu gruba ‘ F Ordular Grubu’ adını takmışlardı) getirilmişti. (Daha sonra bu görevden alınacak yerine Liman von Sanders getirilecektir.)

Filistin Cephesi’ ndeki muharebeler 1915 yılında başlamış ve 1918 yılına gelinmişti. Yer yer başarılı olan Osmanlı ordusu muharebe ede ede çekilmek zorunda kalmıştı. Artık bölgedeki savaş neredeyse bitmek üzereydi. Bölgede yapılan muharebelerin ayrıntısına girmeden, Mustafa Kemal Paşa’ nın 1 Eylül 1918’ de görevi teslim almasından kısa bir süre sonra, 19 Eylül 1918 tarihinde başlayan İngiliz genel taarruzuna kısa bir göz atacağız.

Yıldırım Ordular Grubu, Kudüs’ ün kuzeyinde (Yani Mustafa Kemal Paşa göreve başladığında Kasım 1917’ de Gazze, Aralık 1917’ de Kudüs zaten düşmüştü) yeni bir savunma düzenine geçmişti. Deniz tarafında 8’ inci Ordu, ortada 7’ nci Ordu, daha doğuda Şeria nehrine doğru bölgede 4’ üncü Ordu komutanlığı bulunuyordu. Ancak Osmanlı ordusunun durumu hiç iyi değildi. Personel, silâh ve mühimmat çok eksikti ve yetersizdi. Personel ve lojistik destek ve ikmal yok gibiydi, yerel olanaklarla durum düzeltilmeye çalışıyordu. Üstelik İngiliz ajanlarının kışkırtmasıyla yerel halktan bazı gruplar silâhlanmışlar, saldırıyor, yağmalıyor, telgraf tellerini kesiyor, Osmanlı askerine ve tesislerine sabotajlar düzenliyor, zaten çok kısıtlı olan ikmal desteğine büyük darbe vuruyorlardı. Bölgedeki yolsuzluk ve yoksulluk her şeyi olduğundan birkaç kat daha zorlaştırıyordu. Daha 1917 sonunda asker kaçaklarının sayısı 300 000’ i aşmıştı.

Şimdi, Cephe Komutanı Mareşal Sanders’ in anılarından bazı küçük notlar alalım. Daha ayrıntılı bilgi arayanlar, Sanders’ in “ Türkiye’ de Beş Yıl” adını verdiği kitabını inceleyebilirler.

“… Yıpranan tümenlerin geri alınması ya da değiştirilmesi, ihtiyat kuvvet bulunmadığı için mümkün değildi. Topçu cephanesi o kadar az geliyordu ki bataryalarda hiçbir zaman gereken sayıda cephane bulunmuyordu. Türk askerleri, ölü İngiliz erlerinin ayaklarındaki çizme ya da postalları gıpta ile seyrediyorlardı. Kendi ayaklarında yırtık çarıklar vardı, hatta çok defa bu bile yoktu. Ayaklarını paçavralara sarıp savaşıyorlardı. Subayların bile çoğu düzgün bir ayakkabıdan yoksundu. Malarya ve dizanteri, bu sıcak yaz mevsiminde pek çok kurban verilmesine sebep oldu. Yazlık elbisesi olamayan, ancak kalın yün kumaş giyen (bunlara paçavra demek daha yerindedir) ve dörtte üçünden fazlasının artık iç çamaşırı da kalmayan Türk erlerinin, doğrudan tenlerine giydikleri bu kalın kumaş altında ve 55- 65 derece sıcakta, ne kadar zahmet çektikleri açıktır. Birkaç aydan beri, günde sadece 1- 1,5 kilo, o da varsa, arpa verilebilen hayvanlar, çoğu zaman susuz kalıyor, her üç orduda da her gün yüzlercesi ölüyordu. Süvarilerin atları da acınacak haldeydi. Enver Paşa, 11 Eylül tarihli telgrafında her türlü yardımın yapılacağını yine vaat etti. Ama bu vaatlerin biri olsun yerine getirilmedi. “

İngilizler ise çok büyük hazırlık yapmışlar, bölgeyi personel ve lojistik olarak olağanüstü desteklemişlerdi. Ayrıca, saldırıya geçmek için İngilizlerden emir bekleyen Faysal komutasındaki Arap birlikleri de vardı. Emir Hüseyin’ in oğlu Faysal, Araplara şu bildiriyi yayımlamıştı: “ Uyanın! El ele vererek, Osmanlı saltanatını yıkma zamanı geldi.”(20.Yüzyılda Osmanlı Devleti, s. 330.dipnot)

Mustafa Kemal Paşa’ nın görevi teslim almasından tam 18 gün sonra, 19 Eylül 1918 sabahı büyük İngiliz taarruzu başladı. Merkezde 7’ nci Ordu direnirken özellikle 8’ inci Ordu bölgesinde cephe yarıldı. Mustafa Kemal Paşa, kuşatmadan kurtulmak için birliklerini Şam’a doğru daha kuzeye ve savunmaya uygun bölgelere çekti. Burada dağınık çekilen 4 ve 8’ inci Ordu Komutanları, kendileri daha kıdemli olmalarına rağmen, komutayı 7’ nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’ ya devrederek bölgeden ayrıldılar. Sanders, zaten çok önceden bölgeden ayrılmıştı.

Mustafa Kemal Paşa, cepheyi ve savunma düzenini kontrol altına almaya çalışırken yerel halkın sabotajları ve sokak çatışmaları giderek arttı. Şehirde yer yer yangınlar çıkıyordu. Bir Osmanlı şehri olan Şam’ da emniyetli yaşamak olanağı artık kalmamıştı, düzensizlik giderek artıyordu. Devlete isyan eden urbanlarla (Çöl Arapları) yer yer sokak çatışmaları oluyordu.

Vahşetin boyutları giderek artınca, devlet memurları ve ailelerinin, asker ailelerinin ve Şam’ da bulunan ( savaşta dahi kapatılmayan) askerî okul öğrencilerinin kuzeye, önce Halep’ e sonra da Anadolu’ da daha güvenli bölgelere gönderilmesine karar verildi.

Gereken hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 30 Eylül 1918 günü, binlerce savunmasız kadın, çocuk ve yaşlının bulunduğu balık istifi dolmuş tren, Şam istasyonundan yola çıktı. Tren, Şam-Rayak demiryolunun geçtiği Rabova boğazında saldırıya uğradı. Tren, boğaza geldiğinde, demir yoluna döşenmiş taşlarla tren durduruldu. Boğazın iki yakasında pusuya yatmış isyancı Araplar makasvarî yaylım ateşine başladılar, binlerce kadın, çocuk ve yaşlıyı, görevlerinden ayrılan çok sayıda devlet memurunu acımasızca öldürdüler. (Erden, a.g.e.,s.281)

Katliam zamanla unutuldu gitti. Bırakın o masumları anmayı, Rabova katliamını bilen bile kalmadı. Birinci Dünya Savaşı’ nda, muharebe alanlarında binlerce şehit verdik. Binlerce esir değişik ülkelerdeki esir kamplarına gönderildi. Çoğu oralarda hayatını kaybetti, ne yazık ki isimlerini bile bilmiyoruz. Bir de yıllar sonra, bin bir güçlükle vatana dönebilenlerin sıkıntıları var ki, anlatmaya kelimeler yetmez. Unutmayalım, tarihini unutan milletlerin coğrafyasını başkaları çizer.

Konuya ilgi duyanların, (Filistin Muharebeleri’ nde 4’üncü Ordu Kurmay Başkanı olan) Ali Fuat Erden’ in “ Birinci Dünya Harbi’ nde Suriye Hatıraları”, Halk Matbaası, İstanbul, 1954; (Filistin Muharebeleri’ nde 4’üncü Ordu Karargâh Subayı olan) Nurettin Artam’ ın “ Mısır Çöllerinde Türk Gençleri”, Ötüken Yayıncılık, İstanbul, 2003 (Kanlı Rabova Boğazı Önünde, sayfa 28) kitaplarını incelemelerini öneririm.

Küçük bir not: 5’ inci Cumhurbaşkanı Ahmet Cevdet Sunay, 1917 yılında (savaşta bile kapatılmayan) Kuleli Askeri Lisesi’ ni bitirince Harp Okulu’ na gitmeden, Subay Adayı olarak eğitim kampına katılmış; aynı yıl Filistin cephesinde görev almış; 1918 yılında Topçu İleri Gözetleyici görevi yaptığı sırada ağır yaralanarak esir düşmüş; Mısır’ da esir kampına gönderilmiş; Esir Kampı’ nda kendisi gibi esir düşen Alay Müftüsü olan babası İslâm Sabri Efendi ile karşılaşmış; esaretten dönüşte Kurtuluş Savaşı’ na katılmıştı.

Galiçya’ da, Balkanlar’ da, Kafkaslar’ da, Mısır’ da, Filistin’ de, Suriye'de, Yemen’ de, Arap Yarımadası’ nda kısaca dünyanın her yerinde bu güzel ülke için can veren tüm şehit ve gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyorum.

Gelecek yazımda, Filistin cephesinde subay olarak görev yapanken yaralanan ve esir düşen, 4’ üncü Ordu Karargâh Subayı olan Nurettin Artam’ ın, Şam ve Rabova izlenimlerini paylaşacağım. Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun. Ne Mutlu Türk’üm Diyene!