Yani böyle felsefi yazılar yazıp da beyin fırtınası estirmek isabetli olur mu acaba? Hani birileri şöyle de diyebilir: ''Sen de özgül ağırlığını bilmeden hamaset yapıyorsun bize! Edebiyat senin neyine, kendi alanında kalem oynatsan  daha isabetli olmaz mı!''

            Elbette doğrudur, maksadım hamaset yapıp şu imaja sahip olmak değil...''Adama bak, tıbbın dışında bir de edebiyat yapıyor, vallahi helal olsun!''

            Beni tanıyanlar bilir ki kibiri ben ayaklarımın altına alıp ezmişimdir. Kimseye nasihat etmek aklımın ucundan bile geçmez... Haşa! Evrende kapladığım yeri de bilmeye çalışırım ve hatta kendimi bir karınca gibi görmeye çalışırım.

            Ama!...Bu ''ama'' da  nedir diye sorulacaktır hemen... Herşeyi tenkit eden, adeta yerin dibine batıran, hakaret eden, ama bir duvara tuğla koymamış kişilere doğrudan cevap vermem. Hatta böyle insanların ismini de karartarak, maskeleyerek birşeyler yazmaya gayret ederim.

            O gün karşımda irin kokan cümleler sarfedip sinir sistemime de kötü sinyaller gönderen o insana da cevap vermeye gerek bile görmemiştim. Adamın görevi bu...Herşeyi, herkesi kötülemek! Bakınız ''eleştirmek'' terimini kullanmıyorum. Zira adam kin ve nefret tohumları ekmek için bu dünyaya gelmiş sanki...

            Hayali'nin o sözü aklıma geliyordu...

            ''Cihan ara cihan içindedir arayı bilmezler,

            Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.

            Ki bunlar ibn-i vakt oldu, gamı feryadı bilmezler!''

            Bilindiği üzere ''mahi'' balık demektir. Balıklar da denizde olup denizi bilmezler demektir. Sosyal hayata uyarlarsak şöyle açıklayabiliriz: Görürken görememe hali, gören gözlere sahipken kör olma durumu yani...Yani sosyal körlük...

            Bir yakınım vardı, çocukluğu ve gençliği akranlarına göre refah içinde geçmişti diyebilirim. Ama şimdi hep geçmişinden şikayet edip duruyor. Geçenlerde yine aynı konuyu açınca dayanamayıp şunu söylemiştim: ''Abi insaf, ya ben ne yapayım, sen parıldayan ,ngiliz kumaştan takım elbiseler giyerdin. Ben ise Maviay Öğrenci Yurdu'nda o katı disiplin içinde öksürmeye korkardım!'' Hiç de hoşuna gitmemişti bu sözüm. Ensesini kaşıyıp  ''ama'' ile başlayan cümleler kurmaya başlamıştı. İşte, ''derya içinde, ama deryayı bilmeyen bir mahi'' size...Yani sazan balığı...

            Okuyucularım bilir ki ben yazılarımda adeta hayatın fotoğrafını çekmeye çalışırım. İşte onlardan biri...Bir de hırsı fazla olan aç mahiler vardır hayatta. Bunlar ticari hayatta öyle insafsız davranırlar ki şaşırıp kalırsınız. İşte öyle bir ibretlik manzaradan, diyalogdan bahsedeceğim. Bir medikal firmasının sempatik temsilcisiydi o...Gayet kibar tavırlarla ve sempatik bir vücut diliyle ürünlerini tanıtıyordu bana. Sıra bir cihaza gelmişti...Siyah bir cisimdi, bir bilekliğe veya pazubanta benziyordu. ''Erkeklerdeki idrar kaçırmasını önlemek için organa takılan bir düzenek, Kanada malı'' diyordu. Alıp inceliyordum. Bir saat kordonunu andırıyordu, sarmal bir düzenek...Plastiğimsi yapıda... Mecburen fiyatını soruyordum. Öyle ya, bilmem gerekiyordu. Satış temsilcisi genç arkadaş bir an susuyordu... ''Hocam bütün hekimlerimiz fiyatını sorunca tereddüt  ediyorum, söylesem mi!''

            ''Elbette söyleyin ki bileyim!''

            Çekinerek o rakamı telaffuz ediyordu...''300 euro...'' Şaka gibi gelmişti ne yalan söyleyeyim... ''Nasıl yani, gerçekten bu alet 300 euro mu?''

            ''Hocam firmamın bana söylediğini telaffuz etmek zorundayım!''

            Dokunduran bir espri yapayım diyordum...''Ama teknik özelliklerinden birisini eksik söylediniz gibime geliyor. Kaç ayar altından imal edilmiş bu cihaz? Sanırım 22 ayardır!''

            Elbette mahcup olmuştu, ama bu onunla ilgili bir husus değildi...Susuyordu haliyle...''İnsaf yani, som altından yapılsa  bile bu fiyatı etmez, bence bu 500 lira eder ancak. İnsaf yani, ben bunu hiçbir hastama yazamam, zira vicdanım beni rahatsız eder. Vahşi kapitalizmin dedikleri bu olsa gerek'' diyordum.