GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Osmanlı Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı birlikleri; Birinci Dünya Savaşı’ nda, Filistin cephesinde, 1915 yılında İngilizler ve müttefikleriyle muharebelere başlamış, zaman zaman başarılı olmasına rağmen, yer yer muharebelere devam ederek kuzeye doğru çekilmeye başlamıştı. Bu çekilme harekâtı üç yıl sürmüş, 1918 yılı Ağustos ayına yani bir bakıma savaşın ve çekilmenin sonuna gelinmişti. Yıldırım Ordular Grup Komutanı Liman Von Sanders Paşa olmuş; Mustafa Kemal Paşa 7’ nci Ordu komutanlığına atanmış ve 1 Eylül 1918 günü görevini teslim almış; bu safhada değil düşmanı geri atmak, taarruzlarını durdurmanın bile imkânı kalmamış; 19 Eylül 1918 günü başlayan taarruz sonunda, cephe yarılıp birlikler Şam’ a doğru çekilmeye başlamışlardı.
Bölgedeki Yıldırım Ordular Grubu Şam’a ve daha kuzeye doğru çekilirken, 4’ üncü Osmanlı Ordusu karargâhında İhtiyat Zabiti yani Yedek Subay olarak görev yapan Nurettin Artam, savaş günlerinde yaşadıklarını 1924 yılında Vakit gazetesinde tefrika halinde daha sonra da bir kitap halinde yayınlamıştı. Şimdi o anılardan bir bölümü özet ve sadeleştirilmiş olarak sizlerle paylaşacağım.
“Bir buçuk ay evvel hâkim olarak ayrıldığım bir yerden böyle perişanlığa mahkûm bir hâlde geçmek ne acıydı. Yavaş yavaş Şam’ın dış mahallerine geldikçe uzaktan gürültüler, çığlıklar duyuyor, gökyüzünü yer yer kırmızıya boyayan yangınlar görüyorduk. Bir aralık Meydan Mahallesi’nden geçiyorduk. Yakın bir yerde çıkan yangını söndürmek için koşuşan mahalle sakinleri bize şöyle bir yan gözle baktılar, dişlerini gıcırdattılar. O dakikada anlıyordum ki bu şehir de bizim için artık yabancı olmuştur.”
“İyiden iyiye anlamıştım ki, bu şehirden kendi beldesinden ricat eden bir ordu değil, düşmanlar elinden kaçan yabancılar gibi geçip gidiyorduk. Binalarda beyaz bez parçaları asılıydı. Şam’ ın Türk bayrağının idaresi altından çıktığını kızarmayan bir yüzle ilân eden bu bez parçasının karşısında ben beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ricat yollarında bu beldeye gelinceye kadar kulaktan kulağa dolaşan şayialarda, askerin Şam’ a taşınacağı ve orada müdafaa yapılacağı söylendiği halde, şimdi Şam’ a vardığımızda, ilk gecede beyaz ve zelil/aşağılanan bir teslim bayrağı ile karşılaşıyorduk. “
“Biraz ileri gidince muazzam vilâyet binasının üzerinde de dört renkli, kırmızı-yeşil- siyah- beyaz bir bayrak, yeni doğmuş bir Arap hükûmetinin aldatıcı alâmet-i istiklâle asılmış olarak görmüştüm. “
(Arap İsyan Bayrağı, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ ne karşı başlatılan Arap İsyanı sırasında Şerif Hüseyin ve müttefiki Arap milliyetçileri tarafından kullanılan bayraktır. Daha sonra Hicaz Krallığı bayrağı olarak da kullanılmıştır. Bayrak Büyük Britanyalı diplomat Mark Sykes tarafından Osmanlı’ ya karşı Araplık bilinci yaratmak amacıyla oluşturulmuştur. Bayrak yatay çizgiler halinde siyah, yeşil ve beyaz ile yatay üçgen şeklinde kırmızı renklerden oluşmaktaydı. Günümüzde Arap ülkelerinin bayrakları Arap İsyanı bayrağından esinlenilerek oluşturulmuştur. )
“Biz orada gâvura karşı savaşırken, onların derdi gâvurla işbirliği yapıp, yalandan kendilerine güya bir devlet kurmakmış. Türk bayrağının dalgalandığı balkon üzerinde bir başka bayrak yakışıksız duruyordu. Şehir henüz bir başka kuvvetin işgali altına girmemişti. Fakat şurası şüphesiz ki, artık bizden çıkmıştı.”
“Bir ara Anadolu yüzlü yaşlı bir neferle/ erle karşılaştık. Nereye gittiğimizi sordu.’ Rabova Boğazı’ ndan geçip, Rayak’a doğru gideceğimizi’ söyledim. Boşuna o tarafa gitmemizi, düşmanın yolları fena kestiğini, yolların cesetlerden geçilmediğini, boğazda makineli tüfeklerin vızır vızır çalıştığını söyledi. Yine de gittik. Daracık boğaz, iki tarafı tutan düşman kuvvetlerinin yerleştirdikleri makineli tüfeklerle o kadar taranıyordu ki, artık bir ölüm berzahı/geçidi olmuştu. Geçmek imkânsızdı. Geçmek isteyen çok sayıda silâh arkadaşı, o ölüm berzahı üzerine serilmişlerdi. Senelerce bu toprakları işgal etmek isteyen düşmanlara karşı göğüs geren bu kahramanların, burada arkadan vurularak ölmeleri ne hazindir. Boğazı İngilizlerle birlikte Arap askerler tutmuşlardı. Orasını tutan askerlerin başında da, duyduğum kadarıyla Ali Rıza Rikabi Paşa bulunuyormuş.”
(Ali Rıza Rikabi: Şam’ da doğmuş, Şam’ da askerî okulda ve İstanbul’ a Mekteb-i Harbiye’ de okumuş, kurmay olmuş, generalliğe kadar yükselmiş, Cemal Paşa tarafından Şam Belediye Başkanlığı’ na ve Savunma Şefliği’ ne atanmıştı. Şam’ ın İngilizler tarafından ele geçirilmesine yardımcı oldu. Savaştan sonra, 1 Ekim 1918’ de, Hicaz Emiri Hüseyin’ in oğlu Prens Faysal tarafından kurulan Suriye Arap Krallığı’ nın Askerî Valisi ve Başbakanı oldu.)
“Suriye- Filistin cephesinden çekilmeye başlayan Osmanlı ordusunu ve Şam’ da yaşayan binlerce Türk ailesini taşıyan tren, Şam- Rayak demiryolu hattı üzerinde bulunan Rabova Boğazı’ ndan geçerken, İngiliz ve Araplar tarafından önce bombalanmış, daha sonra ağır makineli tüfeklerle taranmıştır. Bu saldırıda binlerce Osmanlı askeri ve ailesi hayatını kaybetmiştir.”
“ Bir süre sonra, geri dönüp Şam’ a geldiğimde, kısa bir süre önce bir Türk şehri olan Şam’ da, o gün kendi topraklarını işgal eden İngilizleri bir halâskâr/ kurtarıcı gibi alkışlayanları görünce, gözyaşlarımı tutamadım.”
Ne acıdır ki, biz, Arap Yarımadası’ nda ve Filistin’ de, Suriye’ de kefensiz yatan ( çoğu o topraklarda yaşayanları korumaya çalışırken vurulan) binlerce şehidimizi unuttuk.
Ama o dönemde yaşananları unutmayanlar da var. Örneğin, Arapları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtan Casus Lavrens’ in anıları Cidde ve Yenbu’ daki müzelerde toplumun kolektif hafızasını canlı tutmak için çaba gösteriliyor.
Şimdi siz ilginizi çekeceğini tahmin ettiğim bir olaydan söz edeceğim. Geçmiş yıllarda Suriye hükûmeti, 23 Nisan 1332 gününü “Yevmüşşüheda “ ( Şehitler Günü) ilân etmişti. Lübnan Hükûmeti de idamların yapıldığı meydana “ Place des Martyres” (Şehitler Meydanı) adını vermişti. (Ali F. Erden, Birinci Dünya Harbi’ nde Suriye Hatıraları, sayfa 281)
Rumî Takvim, Milâdî Takvim’ e çevrilince, 23 Nisan 1332 günü, 6 Mayıs 1916 yapar. 6 Mayıs 1916 günü, Şam ve Beyrut’ ta “ Şehitler Günü” olarak ilân edilmiştir. Bu gün, Osmanlı Devleti’ ne isyan eden ayrılıkçı Arapların, 4’ üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa’ nın, vatan hainliği ve ayrılıkçılıkla suçladığı ve askerî mahkemenin idamlarına karar verdiği Suriyeli ve Lübnanlı kişileri anma günüdür.
1918 yılında, Arap isyancılar, Şam yakınındaki, Hicaz demiryolu hattının en önemli istasyonu Kadem’ i yakmışlardı. Burası restore edilerek müze haline getirilmişti. Türk düşmanlığını esas alarak Suriye’ de iktidara gelen Baas Partisi yönetimi, bu istasyonu yerle bir etti. Sultan II. Abdülhamit’ e ait vagon da yakıldı, yıkıldı.
Biz mi? Tekrarlıyorum, biz o bölgede yaşananları, hayatlarını kaybedenleri, şehitlerimizi unuttuk! Asla unutmayalım, şehitler asıl unutulduklarında ölürler. Örneğin, Açık Hava Tiyatrosu yanındaki Yalova Şehitler Korusu’ nu hatırlayan var mı? Ne oldu orası? Bu mu şehitlerimize vefa?