Adı Mehmet olan bu arkadaşımıza hep soyadı ile seslenirdik. “Sucu koş, Sucu oku…” İlkokul öğretmenimiz Leyla Hanım bile ona hep Sucu derdi. Okur yazarlığın az olduğu, lise ve sanat okulu mezunlarının askerliğini subay olarak yaptığı yıllardı.

Mahallemize hayırsever Mehlika hanımın yaptırdığı okul yeni açılmıştı. Bizim ev hem okula hem Sucu’ların evine çok yakındı. Beni okula nenem yazdırdı. Şimdi hesaplayınca sanki altı buçuk yedi yaşında olduğum sonucuna varıyorum. Sınıfın en küçüklerinden biriydim yani. Sucu on yaşında falan olmalıydı ve aynı şekilde büyüklü küçüklü ve kızlı oğlanlı mahallenin çocuklarıydık. Hilmi’yi, Asım’ı, Münevver’i ve başka birkaç arkadaşımızı aileleri okula vermemişti.

Okullu grubu bizler güle oynaya siyah önlük, beyaz yaka okula gidiyor, ders aralarında okulun bahçesinde koşup oynuyorduk. Okula verilmeyen ve bir usta yanına çırak olarak konulmayan mahalle arkadaşlarımız; okul duvarına gerili tellerin ardından bizi hayranlıkla izlerdi. Bir kaç arkadaşımız ise ağlayarak ailelerine yaptıkları baskı sonucunda okula kaydolmuştu.

Jimnastik/spor dersimizi okul bahçesinde yapardık. Biz, öğretmenimiz Leyla hanımın verdiği komutla hareketler yapardık. Bazan da sıralı yürüyüşte marşlar türküler söylerdik. Ders boyunca okulun bahçe duvarının arkası büyüklü küçüklü, kadınlı erkekli insanlarla dolar, bizi seyrederdi.

Ben elimde tahta çantamla evlerinin önünden geçerken “Sucu” diye seslenirdim, okula birlikte giderdik. Babası evin altındaki kilim dokuma işliğindeki dört tezgahtan birinde çalışırdı. Çoğu zaman diğer tezgahlarda kalfalar da çalışırdı. Tatil günlerinde Sucu boş tezgah olursa dokuma talimleri yapar, ben de seyrederdim,

O yıllarda kağıt çok değerliydi ve biz çocuklar kağıdı neredeyse ekmek gibi nimet gibi görürdük. Öğretmenler hep defter kağıdının önlü arkalı kullanılmasını söyler, derslerde ve ev ödevlerinde bu konuda dikkatli olurlardı. Matematik için hep sarı samanlı defter kullanılırdı. Kalem uçları çoğunlukla kırık çıkar, sağlam çıkan uçlar sert olur yazmaktan ziyade bıçak gibi defteri keserdi. Silgi dersen; o da çok kıymetliydi, yumuşak değil çok sert olurdu ve silmeye çalışırken defteri yırtardı. Silgimiz kaybolmasın diye ortasından gelinir, ipe geçirilir ve boynumuza asılırdı.  

Sucu’nun en büyük merakı ise kamyonlar ve arabalardı. Kağıt, defter çok kıymetli olduğu için Sucu kamyon ve araba resimlerini kağıda yapamazdı, çünkü babası “boş yere kağıt, defter ziyan ediyor” diye kızıyordu.

Sucu’ları evi nenemle bizim evin yolunun tam ortasında ve okul yolumdaydı. Yakın komşu olmanın ötesinde Sucu’yu seviyor, hayranlık da duyuyordum. Sokakta yere oturup eliyle toprağı düzeltiyor, sonra parmağı ile topağın üstüne çizgiler atıyor ve neredeyse çizdiği kamyon motor sesiyle hareket edecek sanıyordum. Sonra hızlı bir el hareketiyle kamyonu siliyor ve göz açıp kapayana kadar yerde bir arada… Bir başka araba, motosıklet, bir başka kamyon ve arkadaşım artık oturmuyor, yüzün koyu yere uzanmış bir eliyle toprağı düzeltiyor bir eliyle çiziyor, çiziyor… Peş peşe iki araba veya bir araba, arkasında bir kamyon…

Kilim dokuma tezgahları bel hizasına kadar çukura gömülü olur. İşte benim süper yetenekli arkadaşım ilkokul sonrası bu çukurda kilim dokumaya başladı. Ben de üç yıl marangoz çıraklığından sonra Sanat Okulunda ancak başladım.

Ağlayarak ailesini ikna eden Müzeyyen öğretmen, Mahmut hukuk adamı “savcı” oldu. Hilmi okul dışından sınavlara girerek Atatürkçü kimliğini koruyan ilahiyatçı bir doçent ve ben mühendis oldum.

Ya Sucu?

Ben öğrenimimi bir başka kentte sürdürüyordum. Memleketime her gidişte mutlaka arkadaşlarımla buluşup görüşmeye özen gösteriyordum. Sanırım onsekiz yaş civarındaydım, Anam:

Arkadaşın Mehmet çok hasta onu hemen görsen iyi olur. Durumu hiç iyi değil.

Hangi Mehmet?

Sucuların oğlu… Anası Feride öldü bitti. Oğlunu evlendirmeyi düşünürken, koç gibi oğlu yatağa düştü. Askerlik yoklamasında da çürüğe çıkarmışlar. Kadın dövünüp dursa da ne çare? Doktorlar umut yok diye hastanede yatağa bile almamışlar.

Hemen gidelim. Çok sevdiğim bir arkadaşım, ben de çok üzüldüm.

Ben önce anasına haber vereyim. Ev perişan, dağınık oluyor. Senin öyle görmeni istemez.

Ortalığın toplanmasına anam da yardım etmiş. Yatağa, epeyce kolonya serpilmiş olsa da odada hastalığın ağır kokusu hissediliyordu. Mehmet beni görünce sevindi ve yatağında doğrulmaya çalışsa da olmadı, anası sırtının altı başka yastıklar koydu. Gördüğüm manzara beni çok etkilemişti, kendimi zor tutuyordum ve gözlerimden yaşlar boşanmak üzereydi. Durumu fark eden anam beni kolumdan tutup oradan uzaklaştırdı.

Son karşılaşmadan aklımda kalan; yatağın yanına diz çöküp Mehmet’e sarılmam ve Mehmet’in kısık ama kararlı bir ses tonuyla bana “Bir ayağa kalkıp yürürsem, ben bu illeti tez yenerim” sözü oldu.

Sonraki yıllarda beleğimden son fotoğrafları silip, sokakta yere yüzün koyu uzanıp eliyle toprağı düzeltip, düzeltilmiş toprak üstüne parmaklarıyla kamyon, araba resimleri çizen Sucu arkadaşımın fotoğrafını koymaya çalıştım.