İsa balkanlardan göçmüş Arnavut bir ailenin altı oğlunun baştan ikincisiydi. Kasabada henüz lise yokken; aile onu okusun diye komşu kasabadaki liseye göndermişti. Çok akıllı, çok çalışkan olan İsa, çok da duygusaldı. Ders kitaplarından daha çok klasik eserler okuyor, Varlık yayınlarını takip ediyordu. Bünyesi de oldukça zayıf, yemekle pek arası olmayan biriydi. Lise son sınıfta okurken rahatsızlandı. 
Teşhis veremdi ve hemen yatağa alındı. Aylar süren tedavi sonrası okula dönmek istemedi. Evde dinlenme sürecinde saz çalmayı öğrendi ve bu saz hevesi onu epeyce oyaladı, hayata bağladı.
İki üç farklı dalda iş yürüten ailesi onun normal hayata dönmesi için çok çaba harcıyordu. En sonunda İsa ağzındaki baklayı çıkardı “ben meyhane açmak istiyorum” dedi. Aile şaşkın; “bu iş bizim ailemize yakışmaz” diye ne kadar diretse de sonunda İsa’nın dediği oldu.
Çarşı içinde ailenin iki katlı küçük ama köşe başında olan işyeri boşaltıldı, meyhane olarak düzenlendi. İsa öğlen civarı işyerine geliyor, gece yarısına kadar orada oluyordu. Aile onu “hayatı düzene girsin diye” lise okuduğu kasabadan tanış oldukları bir ailenin kızıyla evlendirdi. Ama İsa aynı İsa…
Bir gün İsa, aktif iş hayatından elini eteğini çeken babasının dizinin dibine oturup:
Meyhaneyi çok seviyorum, bu işten memnunum ama havası beni kötü ediyor. Yukarı Köy yolunda, yola cepheli, asfalt yola bakan satılık bir yer var. Orayı alırsak zeytinlik ve üst başa da ufak bir ev yapmayı düşünüyorum. Oranın havası bana iyi gelir.
Baba Koca Arnavut mesajı almıştı, oğlunu kırmadı. İsa’nın hastalığının nüksetmesinden çok korkuyordu. Büyük oğlu subay çıkmış, yılda bir bile zor görüyordu. İsa elinin altındaydı ve büyük olanı kız, küçüğü oğlan iki de can torunu olmuştu.
İsa hemen işe koyuldu, sabahları erken kalkıyor; adını “Babadan Çiftliği” koyduğu yere koşuyor, akşamüstü meyhaneye iniyordu. Meyhaneyi Karadenizli Havva idare ediyordu. Çiftlikte zeytin fidanları ekilmiş, sıra ev için ayrılan yere gelmişti,
İsa eliyle işaret ederek, adımlayarak ustalara tarif ederek evi de tamamladı. Üst kattaki salonun duvarına yeni aldığı sazını da astı. Evin çevresine meyve ağaçları, güney batı duvarın dibine de asma fidanı ekildi. Kuyu evin doğusunda ve suyu da hem bol hem de iyiydi.
Babadan Çiftliği şöyle böyle bir düzene girince İsa büyük aileyi çiftliğe davet etti; kurban niyetine iki koç kesildi, biri dağıtıldı öbürü büyük aileye, misafir olarak çağrılan akraba ve yakınlara ancak yetti.
Akşam karanlığına yakın herkes evinin yolunu tuttu, İsa çok mutlu ve gözyaşını saklama çabası bile yoktu. Bir eli eşi Aynur’un omuzunda, öbür eli çocuklarını kavramış bir şeyler söylemeye çalışıyor ama sözcükler boğazında düğümleniyordu. Birkaç adım uzaklaşıp toprağa dizlerini koyup hıçkırarak bir süre ağladıktan sonra sakinleşip elini yüzünü yıkadı.
Aynur sakin, çocuklar şaşkındı. Havada epece kararmıştı. İsa lüks lambayı yaktı; 
Hadi bakalım yukarı çıkıyoruz, hanım sen de bana biraz peynir falan ayarla da şurada bir kadeh içeyim…
Aynur sehpanın üstüne bir şeyler hazırlarken İsa duvara asılı sazını aldı ve tellere vurmaya başladı. Çocuklar bütün gün çok koşup yoruldukları için uyuklamaya başlamışlardı. İsa arada bir yudum alıp saz çalmaya devam ediyordu. Bir ara durup:
Aynur bazı akşamlar eve gelmezsem beni merak etme. Buranın havası bana iyi geliyor. Bak burada sigarayı da azalttım, bakarsın tümden bırakırım.
Tamam, sen nasıl istersen öyle olsun da; burada üşürsün, gece üstün açık kalır… Ya hastalığın nüksederse?
Önümüzdeki yaza buranın düzenini tamamlar çoluk çocuk hep beraber kalırız. Kış için zaten kocaman bir de soba kuracağım. Buranın kar manzarasına doyum olmaz.
İsa böyle dese de; neredeyse hep Babadan Çiftliğinde kalmaya başladı. Haftada bir iki ancak eve gidiyordu. Aynur onu her ne kadar yalnız bırakmak istemese de, çocukların okulu vardı. İsa’nın üstüne de fazla gitmek istemiyordu. Çünkü İsa kilo almış, yanaklarına kan gelmişti, şimdilerde öksürük nöbetleri de azalmıştı.
İsa kitap okumayı zaten seviyordu. Çiftlikteki evin bir duvarı boydan boya kitaplık olmuştu. 
Bir sabah erkenden İsa’nın babası Koca Arnavut taze simit, sıcak ekmek, kahvaltılıklarla ve kendi kullandığı kamyonetle çiftliğe geldi. İsa da uyanmış, ev çevresindeki çiçekleri suluyordu, babasını görüne sigarasını hemen yere atıp ezdi, sonra koşup babasının elini öperek buyur etti.
Baba oğul keyifli bir kahvaltı ettiler, sonra Koca Arnavut:
O zaman doğru demişsin, bura sana iyi geldi de, seni çoluk çocuğundan kopardı. Çocuklar senin yüzüne hasret. Sen geldiğinde onlar uykuda, onlar kalktığında sen gitmiş oluyorsun. Buna bir çare düşündün mü? “İsa’nın hiç aklının ucundan geçmeyen bir durum. Başı önüne eğik, cevap veremedi.” Düşünsen iyi olur çünkü bu çocukları gözetmezsen kötü arkadaş ve de kötü alışkanlıklar edinirler. Allahtan gelinim Aynur helal süt emmiş iyi bir kadın. Torunlarıma kol kanat geriyor ama başlarında baba olmayınca nafile…
İsa konuyu iyice sindirsin diye Koca Arnavut onu kahvaltı masasında bırakıp zeytin fidanlarının arasına daldı. İsa tam bir şokta “Babam haklı da, ben burada çok mutluyum.” diye geçirdi içinden. Kahvaltı sofrasını topladı, seslendi:
Kahve ister misin baba?
İsterim, geliyorum.
Kahveler içilirken uzun sessizliğin ardından
O meyhaneyi de kapatmak gerek. Oraya sen varsın diye geliniyor, sen olmayınca gelen giden olmuyor. Hava hazırlık yapıyor, gelen olmayınca da hepsi ziyan oluyor. Yani demem o ki; sen hayatını bir düzene koyacaksın. Ben zaten iyice kocadım. Ben olmazsam senin arkada kim olacak, seni kim ayakta tutacak.
İsa iyice bunalmıştı. Tuvalet bahanesiyle biraz uzaklaştı, dönüşünde de:
Çok haklısın benim koca yürekli babam. Allah seni başımızdan eksik etmesin. Ben bir çare, bir çözüm düşüneceğim.
Bunda düşünülecek bir şey yok. Ben buraya gelmeden çok ama çok düşündüm. Şimdi beraber döneceğiz. İlk iş sen meyhaneye gidip Havva hanımla konuşacaksın, ben oraya gelemem. Ona “ben çiftliği bırakamıyorum, burayı kapatmaya karar verdik, ama sen kalıp burayı işletmek istersen kirası bu diyeceksin.”  Tutmazsa da hemen bugün orayı toparlayıp fırının yanındaki depoya koyacak, Havva hanımın hesabını kesip, bir aylık da harçlık vereceksin. “İsa hamle yapınca” Dur hele bitmedi, şu külüstür de bundan sonra senin. Şöyle kenara çekip ben ineceğim, anahtarını da sana vereceğim. Deposunu da yeni doldurdum. Bugün meyhane işini hallediyorsun, sonra da evine gidiyorsun. Bugün çiftlik yasak! Bundan sonra da akşamları çiftlikte kalmak yok. Hava durumuna göre arada bir çocuklarınla beraber kalırsın. Hadi bu düzene tam uymanı isterim.
İsa uğradığı ve beklemediği bu durum karşısında müthiş bir tokat yemiş gibiydi ve ayakta durmakta zorlanıyordu. Evi çok yakındı. Önce eve gidip güzel bir banyo yaptı. Aynur’a bir açıklama yapmadan evden çıkıp meyhaneye gitti.
Havva “ben bu işi tek başıma yürütemem” deyince, eşyaları birlikte depoya taşıdılar. Tüm yenilecekleri Havva’ya verip hesabını kesti, sonra da babasının dediği gibi bir aylık ayrıca harçlık verdi. Sonra tüm içecekleri kamyonete koyup çiftliğin yolunu tuttu ve kendi kendine “babam bugün çiftlik yasak dedi ama bu içecekle depoya konulmaz ki, o Koca Arnavut her şeyi zaten önceden hesaplamış, planlamış. Hadi sıkıysa kaşı çık da göreyim seni…” böyle kendi kendine konuşarak işini bitirip, akşamüstü babasının yanına varıp önce elini öptü ve;
Her şey sizin istediğiniz gibi tamam. Meyhane kapandı, eşyalar depoya kondu, Havva ile de helalleştik. Kamyonet de işimi çok kolaylaştıracak, işime çok yarayacak. Allah seni…
Hadi tamam geç içeri, Aynur, çocuklar burada. Anan hazırlık yaptı, bu akaşam yemek burada yenecek.