GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

Türkçe ve ana dil konusunda bir tartışmadır gidiyor.

Biliyorum, çok kişi olayın farkında bile değil. Yine de tarih sayfaları arasında dolaşarak, konuya bir başka açıdan yaklaşmak istiyorum.

İlk anayasamız olarak kabul edilen Tanzimat Fermanı’nda (1839), eğitim- öğretimle ilgili hiçbir kayıt yoktu. Tanzimat’ı tamamlayan meşhur Islahat Fermanı (1856) ise, Türkler için değil, azınlıklar için çıkarılmıştı.

İngiliz Elçisi’nin ağır baskısı altında hazırlanan 1856 Islahat Fermanı, gayrimüslimlere kültürel bağımsızlık veriyordu.

Böylece, Osmanlı Devleti kültür, eğitim-öğretim, siyasî kanaat ve düşünce yönünden hızlı bir parçalanma sürecine girdi.

1860’dan sonra düzenlenen Millet Nizamnameleri ile Osmanlı azınlıkları, teker teker kendi milli eğitim bakanlıklarını kurdular. Artık Rum okullarının yönetim ve kontrolünü Muhtelit Meclis, Ermeni okullarının yönetim ve kontrolünü Ermeni Maarif Komisyonu, Yahudi okullarının yönetim ve kontrolünü ise Cismani Meclis yapacaktı.

Osmanlı aydınlarının (!), yayınlanması için adeta histeri krizine tutuldukları Mithat Paşa Kanun-ı Esasi’si ise eğitim işlerini serbest bıraktı.

Ve 1877-78 Savaşı günleri geldi.

Aslında Osmanlı Devleti’nin 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yıkıldığı kabul edilebilir. Bundan sonra, azınlıkların plânlı bir şekilde kışkırtıldıkları dönem başladı.

Ruslar: İstanbul, Boğazlar ve Doğu Anadolu vilâyetlerini ele geçirmek için Gregoryen ve Ortodoks azınlıkları;

İngiltere: Ortadoğu, Arabistan, Irak ve Mısır’daki nüfusunu genişletmek ve Hindistan yolunu kesin olarak kontrol altına almak için Protestanları;

Fransa: Çukurova, Suriye ve Lübnan’daki menfaatlerini korumak için Katolik ve Gregoryenleri kullandı.

Batılılar, Osmanlı topraklarında kendilerine nüfus ve kültür bölgesi yaratılmasında nasıl misyonerlerden ve okullardan yararlandılarsa, kitleleri kışkırtmak için de aynı araçlara başvurdular.

Azınlıkların yönetimindeki okullar, XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devlet tarafından denetlenemiyordu.

Onlar açtıkları okullarda, millî dilleriyle eğitim yapmakta, ders kitaplarını diledikleri gibi düzenleyebilmekteydiler.

Din ve mezhep alanında olduğu gibi, eğitim konusunda da özerk bir statü içinde hareket edebilme imkânına sahip olan azınlık okulları, dışarıdan düğmeye basılınca yabancı devletlerin siyasetine alet olan kurumlar haline dönüştü.

Hristiyan azınlıkların hamileri rolünü üstlenen misyonerler ise artık onlara kendi dil, tarih ve edebiyatlarını öğretmekle kalmıyor, ihtilalci fikirler de aşılıyordu.

Osmanlı Devleti, sınırları içindeki bu okullara müdahale edemiyordu.

Kanun-ı Esasi görüşmelerinde, hükûmet temsilcileri, Osmanlı kimliğinin korunması için ortaöğretimin, resmî dil olan Osmanlıca ile yapılmasını istediler.

Ayrıca, Osmanlıca’ nın yanında azınlık dilleri de öğretilecekti. Ancak, azınlıklara mensup milletvekilleri, bunu “ Gayrimüslimleri Türkleştirme Programı” olduğunu iddia ederek, bu teklife şiddetle karşı çıktılar.

Tarihten ders almak, ders çıkarmak gerekir ama ne yazık ki toplum, tarihini okumuyor ve bilmiyor.

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.

Ne Mutlu Türk’ üm Diyene!