Ümmet, Arapça “ ummet” den gelir, “topluluk” demektir; Hz. Muhammed’ in çevresinde toplanan Müslümanların tümünü kapsar; İslâm’ da, inancın ve Hz. Muhammed’ e bağlılığın birleştirdiği topluluk olarak da tanımlanabilir.

İslâmî inanışa göre, bütün insanlar başlangıçta tek ümmet (ümmet-i vahide) oluşturuyordu. Zamanla gerçek inançtan uzaklaşması bu ümmetin dağılmasına yol açmış ve peygamberler gerçek inancı insanlara yeniden sunmuştu.

Bir yoruma göre, Hz. Muhammed döneminde ve sonrasında yaşayan tüm insanlar tek bir ümmet, yani Hz. Muhammed ümmetidir. Hz. Muhammed’ in ümmetinin bir bölümü, çağrısına uyup Müslüman olduğu halde, onun dışındakiler çağrıya henüz uymamıştır.

Hz. Muhammed ümmetinin çağrıya uyanlardan oluşan bölümü “ümmet-i icabe” veya “ ümmet- i icabet” olarak adlandırılır; çağrıya henüz uymayanlar ise “ümmet-i dave” veya “ümmet-i davet” olarak anılır.

Bakara/128: “ Ey rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana biat eden bir ümmet çıkar”,

“Bakara/134: “onlar da bir ümmetti, gelip geçti” şeklindedir.

Ümmet, egemenliğin Allah’ tan geldiğine inanmaya dayanır.

Kimilerine göre millet ve milliyet kavramları yoktur; sadece bir alt değer olarak kavmiyet kavramı vardır ve kişinin dini diğer tüm bağların üzerindedir. Bu düşünce tarzında devlete bağlılık her şeyden önce dine dayanır.

Millet kavramı ise tarihsel ve felsefî bir kavramdır.

Örneğin “Türk Milleti” denince, tarihten gelen ve geleceğe uzanan bir kavram açıklanır.

Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün sözleri son derece açık ve anlamlıdır:

“Zengin bir hatıralar mirasına sahip bulunan; beraber yaşamak konusunda ortak arzu ve istekte samimi olan; sahip olunan mirasın korunmasına beraber devam etmek hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluma Millet adı verilir. “

“Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasî ve sosyal toplumdur.”

“Türkiye Cumhuriyeti’ ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”

Bu tanım içinde dinin ön plâna çıkma durumu yoktur!

Bir devletin vatandaşları arasında dil, din, ırk ve kültür birliği oluşursa; bu insanların oluşturacağı topluluk hiç kuşkusuz uyumlu bir ulus/ millet olur.

Ne var ki, günümüzde dünya üzerinde değişik renk, dil, din, ırk ve kültürel unsurlar açısından homojen bir devlet yoktur.

Elbette sosyal hayatta din çok önemlidir.

İslâm dini en son dindir!

Ancak, çeşitli dil, örf ve adetlerin egemen olduğu ülkelerin aynı din şemsiyesi altında birleşmesi çağımızda pek mümkün görülmüyor.

Kuranı Kerim esas olmasına rağmen uygulamada İslâm’ a yaklaşım çok farklı boyutlarda!

Kimilerinin anladığı İslâm Dini kavramıyla, kimilerinin algıladığı İslâm Dini çok farklı!

Mezhep ve tarikat ayrılığı tahminlerin çok üzerinde! Camiler bile ayrı ayrı… Bazı camilerde birbirinde kopuk cemaat örgütlenmeleri var!

Örnek olarak Arapları ele alalım.

Din, dil, ırk ve kültür açısından oldukça homojen olan Araplar bir ulus devlet içinde birleşemedikleri gibi, kurmuş oldukları farklı devletlerin birbirleriyle çatışmaları bir yana; aynı devletler içinde de farklı çıkarların kimi zaman çok kanlı çatışmalara yol açtığı görülüyor.

Sadece Arap Yarımadası’ nda birbiriyle anlaşamayan ( Umman, Güney Yemen, Yemen, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt) (daha kuzeyde Mısır, Irak, Ürdün, İsrail, Suriye,  Lübnan) 14 devlet var.

ATATÜRK’ ün önderlik ettiği Türk Devrimi’ nin özü din temeline dayanan bir monarşiden, halk egemenliği temeline dayanan bir cumhuriyete geçilmesidir. Eskiden Osmanlı Devleti içinde “kul” olan, “teba” olan insanlar artık “vatandaş” olmuşlardır.

Millet, felsefî açıdan laik bir kavram olarak da tanımlanabilir.

Kendini egemen bir millete ait saymak, dinî inanca siyasette ön plâna çıkacak bir rol tanımamak ya da dinî inancı sadece en üstün siyasî bir bağ olarak görmemek şeklinde de düşünülebilir.

Millet kavramını ön plâna almak demek, dinî inancı kişisel vicdanlarda yaşatarak başkasının vicdanî inancına da saygı göstermek demektir.

Millet kavramı içinde kavimsel farklılıklar da özel hayatta kalır ve siyasî yaşamda ön plâna çıkmaz ya da çıkmamalıdır.

Günümüzde (Müslüman ülkeler arasındaki büyük kopukluklara, anlaşmazlıklara ve kan döken çatışmalara rağmen) kendilerini Ümmetçilik/ İslâm Birliği/ fikrine kilitleyenler vardır.

Oysa dünya değişmekte ve milliyetçilik akımı giderek ön plâna geçmektedir.

Günümüzde İslâm Devleti olduğu iddia edilen İran bile koyu milliyetçi değil mi?

Birinci Dünya Savaşı günlerine gidelim. Birinci Dünya Savaşı’ nda Halife/ Osmanlı Padişahı’ nın Cihad ( ya da Birlik Olma ) çağrısına Müslümanların tamamı uydu mu? Bu savaşta Hristiyanlarla iş birliği yapan bazı Müslümanların, Müslümanların koruyuculuğunu üstlenen Osmanlı Devleti’ ni arkadan vurduğunu unutabilir miyiz?

Gerek Çanakkale Muharebeleri’ nde, gerek Anadolu’ nun işgalinde işgal kuvvetleri içinde sömürge Müslüman askerlerin varlığı inkâr edilebilir mi?

Arap Müslümanlar İngiliz Casusu Lawrence’ ı “Millî Kahraman” ilân etmedi mi? Günümüzde hâlâ bazı Müslüman ülkeler için Lawrence millî kahraman değil mi?

Nerede İslâm Birliği?

Nerede ümmet dayanışması?

Birinci Dünya Savaşı’ nda Yemen’ de, Hicaz’ da, Suriye’ de, Irak’ ta görev yapanlar, İslâm Birliği’ ni bizim dışımızdaki Müslümanların yıktığını görmüşler ve elbette bundan dersler çıkarmışlardır.

Tarihin doğru yorumlanması ve şartlanmadan düşünülmesi gerekir!

ATATÜRK’ ün son derece anlamlı “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” ilkesi, devlet ve millet açısından din kavramının ön plânda olmadığı olgusunun açık bir ifadesidir.

ATATÜRK’ ün bu ilkesine karşı çıkılmasına bir de bu açıdan yaklaşmak yararlı olacaktır!