- Bu kadar çorabı niye aldın, evde bir sürü çorabın var.
- Aldım işte. Çok ucuzdu.
- Dün de ekmek olduğu halde ekmek almıştın.
- Ne olacak canım, yeriz işte.
- Kaç kişiyiz ki yiyeceğiz Şevket?
- E çocuklar var ya.
- Hangi çocuklar?
- Bizim çocuklar. Oğlanla kız.
- Onlar yok. İkisi de uzakta…
    Anlamıyordu Şevket. Gittikçe daha çok anlamıyor, daha çok duymuyor, her gün daha az hatırlıyordu...Bazı sorulara mavi gözlerini uzak bir noktaya dikerek cevap veriyordu. Zaman kayboluyordu artık. Her şey karışıyordu birbirine…

***

    Demlenmiş çay kokusu sarmıştı evin odalarını. Gece apar topar gelen Ece bedenine yenik düşmüş, çocukluğu kokan yatakta uyuyakalmıştı. Şişmiş gözlerini ovuştura ovuştura kalkıp yüzünü yıkadı. Babasının diş fırçasına takıldı gözü. Kıllar sağa sola savrulmuştu. Biraz isyankar biraz yorgun. Ruhu gibi…
Mutfaktan kulağa hoş gelen, annesinin tanıdık tıkırtıları eşliğinde babasını uyandırmaya gitti. Erkenden beyazlayan saçları, uzun kirpikleri, büzüşmüş dudakları, kadınları kıskandıracak pürüzsüz cildiyle, yatakta sırt üstü uzanmış, deniz kenarında uyur gibiydi…İlerlemiş yaşına rağmen hala güzel adamdı. Kaç kadının kalbini yakmıştı acep? Ece’nin dudakları kıvrıldı, biraz sitemkâr biraz alaycı. 
Usul usul seslendi babasına. Babası biraz kıpırdanıp açtı lacivert gözlerini. Kızına baktı, boşlukta bir şey arar gibi.
- Sen ne zaman geldin kızım? 
- Dün gece geldim ya baba. Konuştuk uzun uzun.
- Öyle mi oldu? Unutmuşum…        
- Olsun. Ben kendimi hatırlatmaya geldim zaten. Ne güzel uyuyordun. Rüya mı gördün yoksa?
- Görmedim. Rüya görmüyorum uzun zamandır. Ne zaman uyudum, nasıl uyandım onu da bilmiyorum. Annen rahat kafamı karıştırıyor.
- Ben öyle duymadım. Geceleri kalkıp dolaşıyormuşsun bazen.
Yatakta doğrulup kızının uzun kıvırcık saçlarına dokundu. İki arabanın çarpışma anı gibi zihninde bir şeyler iç içe geçiyordu, dağılıyordu. Kızına meraklı gözlerle baktı.
- Sen ne zaman geldin?
- Dün gece baba. Kapıda karşıladın beni.
- Silinmiş aklımdan. Niye okulda değilsin?
- Baba mezun oldum ben. Çalışıyorum artık.
- Nerede çalışıyorsun?
- Resim yapıyorum. Geçen yıl gelmiştiniz sergime. Hatırlıyor musun?
- Hayal meyal…Senin küçükken de resmin güzeldi. Dedene benzemişsin. O da sanatçı ruhluydu. Malzeme toplar, küçük küçük evler, suluboya resimler yapardı. Bende hiç yoktu öyle şeyler. Ama bak kızıma geçmiş o yetenek…Ece, deden öldü mü kızım?
- Öldü baba. Ben dört yaşındayken.
- Allah rahmet eylesin.
Ece her cevapta yutkunuyor, içinde yanardağ patlamaları yaşıyordu. Başlarda kabul edememişti durumu. Unutmak, babası için bir hediyeydi. Oysa hatırlamalı, vicdanı uyumamalıydı. Doktor söyleyene kadar, ilaç verene kadar reddetmişti. Şimdi de hastalığın bu hızla ilerlemesi annesini telaşlandırıyor, kızından yardım istiyordu. Bir nevi kader ortaklığı gibi…
Geçmişin karanlık yüzü canlanıyordu zihninde böyle zamanlarda. İyi evlat mı olmalıydı, kaçıp gitmeli miydi? Yıllardır içini yiyip bitiren ikilem, huzur vermeyen sorular…İşin garibi babasının şu anki hali hep olmasını istediği gibiydi. Durgun su gibi sakin, bayram çocukları gibi güleç, hayatla barışık… Bu haksızlıktı. Çünkü kendisinin hafızası güçlüydü ve bu ağır bir cezaydı…
Babasının yumuşak memur ellerini tuttu. 
- Baba yüzünü yıka da kahvaltı edelim artık. İlaçlarını içmelisin.
- Ne ilacı?
- Tansiyon ilaçlarını.
- Biraz unutuyorum sanki, farkındayım. Başka türlü ilaçlar da veriyor annen. Hep onlar yüzünden. İçmeyeceğim bir daha. 
Yavaş yavaş kalktı yataktan. Ece koluna girdi. Ona destek mi oluyordu yoksa belli belli belirsiz destek mi alıyordu bilinmez…Birden babası durdu.
     - Ben üşüyorum kızım.
     - Baba haziran ayındayız. Yaz geldi artık.
 - Ocak ayında değil miyiz? Karıştırdım mı yine?                                                        
 - Mevsimlerin bir önemi yok baba. Faydasız zaman geçişleri. Takvimleri boş ver yani. 
Şevket’in yüzünde hem uzak hem yakın biraz da hınzır bir gülümseme belirdi.
 - Bir gün sizi de unutacağım galiba.
Ece, içindeki gelgitlere inat, sevgiyle yüzünü yaklaştırdı babasına.
- Bizi unutma yeter ki…
Şevket, kızının çilli yüzüne uzun zamandır görmemiş gibi dikkatlice baktı.
- Sen ne zaman geldin kızım?
- Dün gece baba…