İşte tam da buradayım. Günahın dibinde. Siyah noktadayım. Kara kapkara bir gölün ortasında. Konum bilgisi atılamayacak bir yerde. Dışarıdaki sesleri duyamadığım, kıpırtısız, sanrılı bir uykuda. Birden fazla gece, gürültülü yağmur, vicdansız bir ben var burada. Dilimde tanrısız dualar…

Parmaklarım kızıl kahve saçlarının arasında dolaşırken tuz tadında bir şey yakıyor boğazımı. Sevgi sözcükleri ağzımın kenarından sallanıyor sana doğru. Duyuyor musun, duymuş gibi mi yapıyorsun anlaşılmıyor. Dudakların kıvrılıyor. Uyanıksın. Seçim otobüsü tüm haşmetiyle geçiyor sokaktan ve bilmem kim politikacının ismini haykırıyor bangır bangır. Kaşların çatılıyor o sırada. Siyasetten hazzetmezsin. Parmaklarım saçlarından pürüzlü tenine kayıyor. Susadım. Kupkuru oldu beynim. Hücrelerim arasındaki sıvı alışverişi azaldı iyice; belki de yok oldu. Seninle her türlü kuraklığa varım yine de.

Düşüncelerim kırıldı. Gözünü açtın bu çıt sesine. Bakışın sözleşmeyi bozan bürokrat hınzırlığını taşıyor. “Bak gördün mü, tutuldun işte. Göle maya çaldım ve tuttu bir güzel. Bundan sonrası tufan.” Göz kapakların izin verse kalkıp mutfağa gideceğim.

Günün en güzel ve en aç saatlerinde buluşuyoruz seninle. Oysa sabahın en karanlık anında seni düşünmeye başlıyorum ben. Gözümü açmadan, yüzümü yıkamadan, günaydınlı mesajları okumadan. Bu anları hayal ederek rutinimde ne varsa yapıyorum sırayla. “Her şeye niye geç kaldık biz?” diyorsun birden. Dünyanın sonu gelmeden bulduk kendi belamızı işte, yetmez mi?

Bir yıl mı yoksa çok daha önce miydi gülüşüne takıldım ben. Adressiz söylenen “merhaba”ya mı; vurdumduymaz, kahve kokulu kızıl saçlarına mı?

Tüm hayatım senin vücut kıvrımlarında saklı. Bayram sabahları, oynadığım kaldırım taşları, annemin sarılışı, okulda aldığım her aferin, tuttuğum takımın şampiyonluğu, üniversiteye başladığım gün, sarhoş olduğum geceler, ilk aşk, mezuniyet sevinci, deli gibi para kazandığım yıllar… Hepsinin toplamı ve eksik ne varsa.

Bir bebeğin yılanı boğma gücüne sahip olmak isterdim. Böylece gerçeği eğip bükebilir, quantum fiziğine selam çakabilir, yeni bir boyutun kapısını açabilir, sana ve bana ait paralel bir evren kurabilirdim. Ama anlaşılmayan postmodern roman kadar etkisizim okuyanın nezdinde.

Dağınık anılar, yarınsız tüm dakikalar bu odada, bu yatakta toplanmış. Kalkıyorum zorlukla. Tenin hem yapıştırıcı hem uyuşturucu.

“Bana da su getirir misin? Hatta yiyecek bir şeyler de olursa öperim seni en içten dileklerimle.”

Ne kadar öpersen o kadar aç kalıyorum oysaki. Ama sen bilmezsin doydukça yoksullaşmanın ne menem bir şey olduğunu. Öpüşmelerimiz bu evde de evrenin başka bir yerinde de yasal değil. O yüzden çokça öpüyorum seni her seferinde. Çok güzelsin ve bu büyük sorun.

Bağdaş kurup yatakta oturuşun, lokmaları büyük büyük koparıp ağzında döndürürken konuşma çaban, o sırada sağ yanağında oluşan şişliğin hafızamda yer işgal etmesi ayrı bir toplantı konusu.

Anlattıkların küresel ısınma kadar gerçek.

“Bu evin altından fay hattı geçiyor mu sence?” 

Günlerdir uyumuyorum yavrum. Geçiyorsa da onu engelleme şansım da halim de yok gibi. Öleceksek şimdi burada ölelim bence. Hiç inanmadığım cennetle çok inandığım cehennem arasında. Ne dersin?

Şişmiş yanağınla bana attığın bakış sonum olabilir.

Günbegün artan bu tiryakilik sigaradan beter. Bir sigara yakıp dünyayla ilgili söylediğin ciddi şeyleri gayriciddi dinliyorum. Birazdan kalkıp giyineceksin diğer günler gibi. Tozu dumana katıp varlığını alıp götüreceksin dakikalar içinde. Rütbeli bir yalnızlık bırakacaksın bana.

Her şeyi temize çekebilir miyim kirli sayfalarla dolu bu defterde?

“Çekebilirsin. Sil gitsin ne varsa. Ama haftaya bu evi daha iyi ısıt canım. Üşümeyelim bu kez. Söz şarkı söyleyeceğim sana.”

Hem akıllı hem komik hem uçsuz bucaksız kadın.

“Dün en büyük buz kütlesi kopmuş kutuplardan.”

Dünya insanı olarak sarılıp uyursak ısınırız aslında. Bir fikir sadece. Tamam tamam hemen kızma. Söz, hamam gibi yapacağım burayı.

Sigaramı alıp her şeyin suçlusu olan dudaklarına götürüyorsun. İçine çekip üflediğin duman ne şanslı. Mutluluktan daireler çizdi havada.

Zaman denilen canavar önüne ne çıkarsa yiyip bitirirken, senin hızlandırılmış giyinme sahneni izliyorum. Son kez banyoya giriş, sifon sesi. Saçını alelacele toplayış. Kabanınla bedenini kaplayış. Çıkmadan kapının önünde sarılış, ateşli veda, yerden yükselen ayrılık kokusu.

Kaybolduğunda kapının yanında duran boy aynasına bakıyorum. Her gidişinden sonra yapıyorum bunu. Bir değişiklik var mı diye inceliyorum kendimi. Saçım beyazlamış mı, boyum kısalmış mı, kırışıklıklarım artmış mı, tenim beyazlamış mı, gözlerim bozulmuş mu, kilo vermiş miyim? İçim dışımdan daha çabuk çöküyor. Görünürde fark edilmeyecek kadar aklım karışık. İkinci ritüeli gerçekleştiriyorum. Bana gönderdiğin ilk şarkıyı dinliyorum. “Benimle uçmak ister misin?”  Hep aynı cevabı veriyorum. Şarkıyı söyleyenden daha yüksek sesle hem de…

EMEL ZEHRA TUNÇİNAN