Sitenin bahçesindeki çimlerde yer yer çıkan yabani otları yolmaya çalışırken turuncu boyalı evden gelen sesle irkildi Salih.

- Salih Bey havuzun rengi niye böyle? İlaç atmadın mı?
- Attım be ya. 
- E o zaman niye böyle yeşillenmiş? Motorda arıza yok dimi?
- Yok yok İlayda anım. Bakayım şimdi ba.
- E hadi sana zahmet. Hava çok sıcak, çocuklar yüzmek istiyor.
Salih hızlı biraz da telaşlı adımlarla havuzun kenarına geldi. Çömelerek yüzünü suya yaklaştırdı ve gözlüğünün kirli camlarından bir adam gördü. Kırlaşmış biçimsiz sakalı, yanaklarına zamanından önce yerleşen kırışıklıkları, güneşten korunmak için hiç çıkarmadığı şapkasıyla tanıdı kendini. Elini suya batırdı; her gün dokunduğu, özenle temizlediği suyun sıcaklığını hissetti. Ama rengi farklıydı. Normalde masmavi olan suyun içinde yeşile benzeyen yeni bir ton belirmişti. İlaçları uygun miktarda, doğru bir şekilde atmıştı halbuki. Beş yıldır mavi olan su bugün niye yeşildi? Keşke girip bakabilseydi ama yapamazdı.
-Salih amca giremeyecek miyiz şimdi havuza?
İlayda Hanımın kızı ne zaman yanaşmıştı, hiç fark etmemişti Salih. Sitenin en minik ve en güzeliydi Ada. İsmi gibi dört tarafı denizlerle çevrili bir adacık. Pek kimseyle konuşmaz, Salih’le arkadaşlık yapardı daha çok. Hep sorar hep sorgular, sonra da bir kaşı kalkık cevap beklerdi. Şimdi de kafasını kaldırmış, annesinin güneşten yanmasın diye beyaza boyadığı yüzüyle duruyordu yanında.  
-Girmen mi be ya. Halletcem ben, merak etmeyesin küçümen.
Salih motoru kontrol etmek için pompa dairesine yol alırken küçük kızı beline geçirdiği simidiyle havuz kenarında yalnız bırakmıştı. Yeşilimtırak suya bakıyordu; kıvırcık saçları gözlerini örtmüş, dudakları sarkık, dalgın…Beş yaşındaki bir çocuğa birkaç beden büyük gelmişti bu hüzünlü hal. 
Salih pompa dairesinden çıktı kan ter içinde. Motorda ve filtrelerde sorun yoktu. Sitenin yöneticisi Levent Beyi aramak geldi aklına. Havuz malzemelerini o alıyordu. Onu haberdar etmeliydi. Ama ya kendisi yanlış bir şey yaptıysa ya da yaptığını düşünürlerse? Yok yok, Levent Bey iyi adamdır. Depoyu arar, ilaçlarda sorun mu var, başka bir şey mi; konuşur, öğrenir, halleder bir şekilde. Suçlamaz Salih’i. Hem niye hata yapsın? Tozu da tableti de eksik bırakmıyor. Tertemiz, mis gibi oluyor su. Allah Allah, var bu işte bir gariplik. 
Aklında soru işaretleri, endişeli cümlelerle yürüdü ve az önce bıraktığı miniği aynı yerinde, yüzüne yapışmış gibi duran büzülmüş dudaklarla, suya bakarken buldu. Çocuk hüznü derindir, başka şeye benzemez.
Çocukluğu kilometreler aşarak, yılları devirerek geldi durdu önünde.10 yaşındaki Salih’le gözleri buluştu. Bahçede koşan, arkadaşlarıyla oynayan küçülmüş haliydi karşısındaki.
Sabahları annesinin ocakta pişirdiği ekmek kokusu geldi burnuna. 
“Salih uyan artık be ya. Tavuklara bak bi.” diyen sesi çınladı kulağında.
Yumurtadan çıkışlarını seyrettiği civcivleri vardı küçük Salih’in. Yem verirken kendisinin etrafında dönen sarı sarı civcivler…İçi burkuldu, tükürük birikti boğazında…Kırcaali’nin yaz havasını ve o sabahların sevincini hissetti iliklerinde. Özlemişti, çok özlemişti…
Üç gün önce, ailesiyle zulümden kurtulmak için köylerini terk etmelerinin yıl dönümüydü. Dertlerini eşyalarının arasına sıkıştırıp sonu belirsiz bir göç dalgasına katılmışlardı. Küçük Salih yol boyunca acıkmış, susamış, yorulmuş, civcivlerine dönmek istemiş ama başaramamıştı. Tabii zamanla buralara alışmış, büyümüş hatta konuşması bile iki coğrafyanın karışımı olmuştu ama ne olursa olsun geçmiş hiç eskimemişti…Yaprak düşse de yeşerdiği ağacı unutabilir mi?
-Salih amca sen niye hiç girmiyorsun havuza? 
Bir anda kayboldu küçük Salih. Adacık kafasını kaldırmış, iri kahverengi gözleriyle her zamanki hesap soran halini takınmıştı. Cevap bekliyordu çocuk sabırsızlığıyla. Geçiştirebilirdi ama biliyordu tatmin olmazdı bu küçümen. Dürüstçe bir cümle kurmalıydı. Çocuklar samimiyeti hak eder. Derin bir iç çekişten sonra o meraklı gözlerle buluştu sesi.
-Girmem ben. Yasak be ya.
-Neden?
Hadi sebep bul şimdi.
-Çalışıyom ben burda Adacık. Girip yüzersem bu işleri kim yapacak ba? Havuza ben bakacan sen de yüzücen arkadaşlarınla. 
-Ama ama ama ben seninle yüzmek istiyorum. 
Sesine yakışıyordu bu şımarıklık.
Salih kurtulamayacağını anladı. Bir şey buldu hemen.
-Yüzmeyi bilmiyorun ben. Te boğulurun girersem be ya.
-Ben biliyorum. Ama annem o yokken simitle yüzmemi istiyor.
 İkinci cümle biraz buruktu. Sonra sanki buluş yapmış gibi heyecanlandı, gözleriyle birlikte sesi de parladı.
-Ben sana öğretirim istersen. Nasıl kulaç atılır göstereyim. Çok kolay, hemen yaparsın.
İstediği her şeyin olmasına nasıl da alışkındı Ada. Üstelik masumiyet taşıyordu ruhunda. Herkesi eşit gören, kirlenmemiş kalbiyle konuşuyordu. Bu yüzden anlamsız geliyordu Salih amcasının havuz yasağı.
-Kızancık sen şimdi bekle burda, ben havuzu tekrar mavi yapan, o zaman bakarız ba.
-Bekliyorum seni. 
Salih nasıl çözecekti bu işi? Hem havuz hem Ada, üst üste gelmişti bugün. Havuz işi zor olsa da hallolurdu ama bu küçük kızın umut dolu sesini nasıl kırıp dökecekti? 
Önce Levent Beyi aramalıydı, işi tehlikeye girecekti yoksa. Emekliliğine çok vardı daha. Başka yere gidip uğraşamazdı tanımadığı insanlarla, bahçelerle, havuzlarla…
Akılsız telefonunun tuşlarına basıp buldu Levent Beyin numarasını. İkinci çalışta alıştığı ses açtı telefonu. 
-Haa Levent Bey benim Salih. Avuza bir şey oldu be ya.
-Salih hayırdır, ne oldu?
-İlaçlarını attım ama tee avuz yeşil oldu. Anlamadım gitti ba.
-Emin misin, düzenli ilaçladıysan yeşil olmaz ki. Yosun gidericiyi de attın dimi?
Salih bir anda beyninde bir kıvılcım hissetti. Atmamıştı. Hatta üç gündür atmıyordu. Nasıl oldu da unutmuştu? Deminki korku kapladı yeniden bedenini. Ya bu hatası fark edilirse ya şikayet edilirse? Gerçi çalışkan bir elemandı. Erkenden gelir, gri iş giysisini geçirir üstüne, sıcak soğuk demeden çalışır, işler bitmeden gitmezdi. Yok yok hemen vazgeçmezlerdi ondan.
-Levent Bey unuttum onu ben. Kusura bakmayasın. 
Sesi titremişti sanki ya da ona öyle geldi.
-Tamam sorun değil Salih. Bugün kimse girmesin havuza. İlaçla, temizle yarın masmavi olur yine. 
-Tamam Levent Bey.
-Hadi kolay gelsin. 
Telefonu kapatınca içinde ne kadar tuttuğunu bilmediği nefes ciğerinden koşarcasına çıktı. Korkuları uçup gitti. 
-Salih amca hadi ama! 
Eyvah, Ada’ya neyi nasıl anlatacaktı şimdi? Soluğu rahatlarken kalbi sıkıştı bu kez. Salih amcasına yüzme öğretme hayali kaybolacaktı biraz sonra. Korkak adımlarla miniğe yaklaşırken aklında bir şey yoktu. Tabii ki gerçeği söyleyecekti.
-Kızancık bugün avuza kimse giremez be ya. Yarına kadar erkese yasak.
Ada’nın yüzünde kırgınlık mı kızgınlık mı belirdi yoksa sadece küsmeye mi hazırlanıyordu, anlamak zordu. Sebebini sormadı. Belki de yorulmuştu sormaktan. Yetişkin ruhu giyinmiş gibi derin bir nefes aldı.
-Salih amca o zaman bari simit girsin havuza. 
Salih, bir anda sakin kumsala açılan bu adacığın belinde emanet gibi duran simidi çıkarıp havuza atışını seyretti hayretle. 
Adacık usulca Salih amcasının elini tuttu ve birlikte simidin yeşil-mavi suda yüzüşünü izlemeye koyuldular. Salih simidin üstündeki civciv resimlerini yeni fark ediyordu…

EMEL ZEHRA TUNÇİNAN