O sözü çok severim, ama ümitsizliğe sürüklemez beni...''Zaman bir silindir gibi geçiyor üzerimizden.'' Zaman durağan bir kavram değil ki, elbette akıp gidecek ve geride ''hatıra'' dediğimiz gerçekler zincirini bırakacak... Biz de o hatıraları yadederek gönlümüzü rahatlatacağız. Ağlayacak, ''ah vah'' çekecek halimiz yok ya...Hani o şarkıda diyor ya...''Hatıralar sarmış dört bir yanımı, baktığım her yerde izin duruyor./ Ben seni düşünmek istemesem de, bana her şey seni hatırlatıyor!''
Gecenin o geç saatinde telefonum çaldığında ekranımda bilinmeyen bir numara görüyordum ve açıp açmamakta tereddüt ediyordum, ama en sonunda açmamaya karar veriyordum. Gel gör ki biraz sonra aynı numaradan tekrar arandığımda içimden bir ses şöyle diyordu: ''Aç, olur ya belki eski hastalarından birisidir, belki aciliyet arzeden bir rahatsızlığı vardır... Seni insan bilmişir ki arıyordur. Açsan ne kaybedersin... Kendini çok da matah bir şey mi sanıyorsun!'' Elbette kendimi ''çok da matah bir şey'' sandığım yok...Öyle olsaydım ruhum çoktan firavunlaşırdı.
Kısa keseceğim, telefonu açtığımda karşımda titreyen sesiyle önce adımı sorguluyordu ve ben de teyid ediyordum. Bir sessizlik...Gırtlaktan gelen o sesiyle soruyordu...''Bakalım beni tanıyacak mısın, şöyle kırk sene öncesine git...Aynı yurtta kaldık ve aynı lisede sınıf arkadaşıydık!''
Elbette her bilgi hafızada depo edilemiyor ya...''Kardeş sesini çıkardım da kendini bir tanıtsana!''
''Ben Sinan'' diyordu...Evet, hatırlamıştım...O bizim Sinan'dı. Karlışehir Lisesi'nde beraber okumuştuk ve o ruhsuz Maviay Öğrenci Yurdu'ndan da beraber ''terhis olmuştuk.'' Terhis olmuştuk diyorum, zira orası adeta bir askeri kışla idi benim için... Hatta bir yazımda daha da ileri giderek Guantanamo Öğrenci Yurdu diye de isimlendirmiştim. ''Sinan'' diyordum, ''tam kırk yıl geçmiş, hani derler ya dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur!'' Sesi titriyordu...''Seni yıllardır arıyorum, en sonunda abinden aldım numaranı!''
''Sinan seni unutur muyum hiç, fakülte son sınıfındayken ilçeye askerlik tecili için gittiğimde senin fotoğrafçılık dükkanına da uğramıştım, yemek yemiştik. Sonra o gece sen masrafını karşıladığın bir taksiyle beni Karlışehir'e yolcu etmiştin, unutur muyum hiç!''
Bir de bakıyordum ki hıçkırmaya başlıyor...''Sorma çok üzgünüm, bir ay önce eşimi ahirete yolcu ettim. Öğretmendi, ben de fotoğrafçılığı bırakıp öğretmenliğe dönmüştüm ve emekli de oldum!''
''Öğretmen mi? Başın sağolsun! Demek ki ben unutmuşum eşinin öğretmen olduğunu!''
''Haklısın, bu ikinci evliliğim, evet görmüştün ya ilk eşim ev kadınıydı...Boşandık anlayacağın!''
''Kader Sinancığım, rahmetler olsun. Hayat bu, elden ne gelir!''
''Yapayalnız kaldım, öğretmenliğe geçince Muzşehir'e tayinim çıktı, orada tanışıp evlendik. Birkaç sene sonra eşime Alzheimer hastalığı teşhisi koydular. Çok zor günler yaşadım anlayacağın!'' Ve ağlayarak hayatından acı kesitler sunuyor...Elbette ateş düştüğü yeri yakmaktaydı. Bu konudan uzaklaştırıp öğrencilik yıllarımıza gidelim diye düşünüyorum o an...
''Sinan Maviasy Öğrenci Yurdu ile ilgili olarak dizi halinde yazdığım hatıralarım var. Yalova Gazetesi'nde yayınladım. ''Çıkıp Gittiğim An''diye dizi halinde... Özellikle Kudretli Başkan'ı yazıyorum!''
''Bu başlığı nerden düşündün? İlgimi çekti de!''
Gülüyorum...''Yabancı bir yazarın anılarını okumuştum. Lise yıllarını anlatıyordu. Çok enteresan bir cümlesi vardı, çok hoşuma gitmişti...Söyleyeyim mi!''
''Merak ettim!''
''Eğitim ve öğrenim hayatıma ait mutlu ve neşeli olduğum tek bir an vardır: Kapısını bir daha açmamak üzere çıkıp gittiğim an!''
''O yazarın ifadeleri mi bunlar?''
''Aynen.''
Sinan'ı eşinin acısından epeyce uzaklaştırmıştım ve okul anılarımızı büyük bir zevkle anlatıyorduk. ''Çocuklarından kopmamışsındır sanırım Sinan!''
''Onlar her zaman benimledir'' diyor ve vedalaşıyoruz...
''Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu'' diye boşuna söylememiş şair...