Bilindiği üzere ''asude'' şu anlama gelir: ''Üzüntü ve sıkıntılardan uzak, sessiz ve dingin.'' Asude, edebiyat dünyamızda şiirlere de konu olmuştur. Ziya paşa'nın o sözü çok hoşuma gider...
''Asude olam derse eğer, gelme bu cihana,
Meydana düşen kurtulamaz seng-i kazadan.''
Anlamı gayet açık, ama ben yine de günümüz diline uyarlayarak açıklayayım...Eğer rahat ve huzur içinde olayım dersen bu dünyaya gelme, çünkü buraya gelen, bu dünya meydanına düşen kimse, belalardan, musibetlerden kurtulamaz...
Bu özlü sözü burada naklettim diye şöyle düşünülmesin: ''Bak, adamın başında bir bela var ki uzaklara gitme gereği duyuyor!'' Hayır, öyle değil, benimki bir sılayı rahim olarak algılansı istiyorum. Veya canım bir seyahat istemiş, ben de çıkıyorum. İşte ben böyleyimdir, doğduğum topraklar beni her bahar ve yazda adeta mıknatıs gibi çeker. Yorulan beynimi ve sinir sistemimi asude vadilere emanet ederim ve hakikaten dinlendiğimi hissederim. Yani bu bir aidiyet duygusu, bu farklı bir duyuş, farklı bir hissediş meselesi...Yani şairin dediği gibi ''yanımda bülbül dururken kargalardan gül soracak'' halim yok ya... Ben o asude beldede kendimi buluyorsam, o diyarda aidiyet duygum zirve yapıyorsa mesele bitmiştir. Kimseye akıl soracak bir halim yok ya...
Asudeden bahis açılmışken Yahya Kemal'in o muhteşem şiirini burada anmamak mümkün mü!
''Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.''
Bakınız, asude bir beldeye doğru olan seyahatimi anlatmak isterken şiir ve edebiyat açlığı beni alıp nerelere götürdü. Belki de okuyucu şöyle düşünüyordur: ''Kardeşim sen de amma uzattın, bırak edebiyat yapmayı da seyahatini anlat!'' Yani ''kısa kes de Aydın havası olsun'' kabilinden...Tamam, tamam kızmayın, işte başlıyorum o orman yolundaki seyahatimi anlatmaya...
Sarıilçe'deki son evi de arkamda bırakıp o orman yolunda tırmanıyorum. İçimden de şöyle düşünmeden edemiyorum: ''Zaman kavramını beynimden sileceğim, kendimi esen rüzgara teslim edeceyim. Yani nerde akşam, orda sabah misali...Doğduğum beldede de kimseye misafir olmayacağım. Dağı taşı gezerim, nasıl olsa nevalem de yanımda. Gerekirse gölgelerin uzamaya başladığı anlarda veya güneşin batmasına yakın saatlerde tekrar Sarıilçe'ye dönerim, bir otelde kalırım ve ertesi sabah tekrar istikamet doğduğum belde!''
Ve pencereden içeri girmeye çalışan beyaz kelebekleri ve sarı, eflatun vadileri seyrederek tepeye varıyorum. İşte ormanın içindeyim, ama burada arabadan inip ormanın içinde bir başıma yürüyecek kadar da yürekli değilim, saf değilim. Zira buna tedbirsizlik derler. Çünkü buralar milli park olarak ilan edildiğinden boz ayı nüfusunda bir patlama olduğundan bahsedilmekte. Her an çalıların arasından çıkan bir ''kocaoğlan''ın tetiklerine hedef olabilirsiniz. Biraz abartılı olacak ama ben buraya ''Bizim Serengeti'' adını takmışımdır.
Ormandan aşağıya doğru direksiyonu kırıp o çaydan geçiyorum. Bu derelerde, bu vadilerde çocukluğum sanki bana el sallamakta...O sırada önümde yoludan karşıya geçen bir tilkinin o sevimli halini görünce hemen telefonuma sarılıp çekiyorum. Şu doğayı benim kadar seven var mı acaba! Şiirde ne güzel anlatılıyor...
''Sıla burcu burcu, ille ocağım
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım,
Otur başucuma, sor yavaş yavaş.''
O sırada karşı vadide otlayan koyun sürüsünü görüyorum ve de o güzel sesi duyuyorum. Dikkatlice dinleyince bir de ne göreyim...Çoban kaval çalmakta... Bu kaval sesi beni duygulandırıyor.
Orman içinden devam edip tepeye varıyorum ve yol burada ikiye ayrılıyor. Sola doğru direksiyonu kırıyorum ve tepeye vardığımda Enver Paaşa'nın Sarıkamış harekatı sırasında donan vatan kahramanları anısına yapılan şehitliğe varıyorum. Gayet güzel ve bakımlı bir şehitlikle karşılaşıyorum ve gözlerimden sıcak sıvı akarken ruhlarına fatihalar gönderiyorum. Karşımda da o yeşil haliyle yaylalar uzanmakta...O şiir aklıma geliyor, evet yaylaları anlatan o güzel şiir...
''Çilem kavuşmayı hak etti yine,
Hasret iç kapıma tak etti yine.
Kat ister seline, ister yeline,
Beni sevdiğime götür yaylalar.
Yanındayken kimler ile yarışmam,
Onsuz cennet olsa gülmem barışmam,
Bir esersem kıracağım karışmam,
Dallarını çıtır çıtır yaylalar.
Cümle halkın kucak açsın sevgime,
Beni bas bağrına, deme kim kime.
Sinen kağıt olsun benim derdime.
Yaz sapanla satır satır yaylalar.
Hamurumu boz toprakta yoğurdun.
Kulağıma ''Yeşil'' diye çağırdın.
Anam beni ne gün için doğurdun,
Anam benim, anam bozkır yaylalar.
Bitmez susuzluğum gitmeli biraz,
Baharsın, ha gayret, kış içinde yaz.
Bir göğüsten üzüm, dudaktan kiraz
Yiyeyim ben kütür kütür yaylalar.''
Dürbünümle uzakları izliyorum. Niyetim kartal yuvası diye tanımladığım kayalığın tepesindeki o ücra yerde mola verip karnımı doyurmak...Oradan aşağıdaki çayın sesini dinleyerek ruhumu dinlendirmek...Bugün zamandan kopacağım...