GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

17 Aralık 1273 günü, büyük tasavvuf şairi, düşünür; Mesnevî adlı didaktik epik şiiriyle tasavvuf düşüncesini ve edebiyatını büyük ölçüde etkileyen Mevlâna Celâleddin Rumî, vefat etmişti.

“ Gene gel... Gene gel...” olarak tercüme edilen ve Hazreti Mevlâna’ya atfedilen meşhur rubai, Mevlâna’nın el yazma divanı nüshasının sonunda bulunmaktadır. İran’da basılmış bazı divanlarda hiç kayıt edilmemiştir. Mevlâna’nın divanı, onun vefatından çok sonra derlenmiş olduğuna göre, tahrifata uğraması çok tabiidir. Zira Mesnevî’ nin en sağlam nüshası, Mevlâna müzesinde bulunduğu halde İran, Pakistan, Hindistan, Afganistan ve Türkiye’de bulunan nüshalarında hem ilâveler, hem de tahrifat yapılmıştır. Söz konusu olan rubainin tamamı şöyledir:

“Baz a, baz a her ançi hesti baz a, Ger kafir u gebr u putperesti baz a, İn dergah-i ma dergah-i nevmi dinist, Sad bar ger tevbe şikesti, baz a.”

Doğru tercümesini vermeden önce, rubaide beş defa geçen “ baz a” ifadesi veya deyimi üzerinde iyice durmak lâzımdır.

Bilindiği gibi, Mevlâna’nın kullandığı Farsça, Horasan Farsçası’ dır. Bu Farsça Türkler, Tacikiler, Afganlılar ve Hintliler’ in ortak dilidir. İranlılar ise Pehlevî Farsçasını kullanırlar. Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar, Delhi Türk Sultanlığı gibi büyük Türk devletlerinin kullandığı Farsça’ ya ise, Turan Farsçası adını verenler de vardır.

Baz a’nın mastar şekli, Baz amadan’ dır. Hindistan’da basılan ünlü lügat Anandarac, Baz amadan mastarının açıklamasını, “Mecazi olarak tövbe etmek anlamına gelir” diye vermektedir. Meşhur Farsça lügatı Steingass’ ta ise Baz amadan: pişman olmak, tövbe etmek, yapılan hareketten vazgeçmek, şeklinde açıklanmaktadır.

Baz amadan kelime kelime çevrilirse, baz: (gene, tekrar) ve a: (gel) yani ( gene gel) şeklinde olur. Oysa (baz amadan) bir deyimdir ve hem Türkçe’ ye, hem de Urduca’ ya geçmiştir. Dilimizde yaygın olan şekli, vazgeçmek’ tir.

Hazreti Mevlâna da, kendi şiirlerinde aynı deyimi “ vazgeçmek” anlamında kullanmıştır.

“ Huace baz a ez men u ez seri, Serveri cu, kem taleb kun serveri” ( Mesnevi,c.4,2029)

“Ey hoca efendi, baş ve ben olmaktan vazgeç; önder ara, önder olmayı az heves et.”

Burada, “ baz a”yı, (gene gel) şeklinde çeviremeyiz. Kaldı ki, sadece Mevlâna değil, diğer şairler de bu deyimi aynı asırda, benzer anlamda kullanmışlardır. Bütün bu açıklamalardan sonra, rubaiyi doğru tercüme etmek gerekir.

“Vazgeç (tövbe et), vazgeç, her neysen vazgeç. Eğer Kâfir, Mecusi, Putperest isen vazgeç. Bizim dergâhımız umutsuzluğun dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozsan da vazgeç.”

( Prof. Dr. Erkan Türkmen’in, Tarih ve Medeniyet Dergisi’nin 17’nci sayısında yayımlanan yazısından alıntı yapılmıştır.)

***

Prof. Dr. İlber Ortaylı da, konu hakkında şunları söylemektedir: “Ne olursan ol, yine gel sözü, Mevlâna’ya ait değildir. Çünkü o, XVII. yüzyılda yazılmış bir şiir... Mevlâna öldükten sonra söylenmiştir. Konya’ da dergâhın kapısına da, Mevlâna’nın şiiri olmadığını yazdılar.”

Bir süre önce aramızdan ayrılan Hocaların Hocası tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık , ''Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet'' adlı kitabında Ahi Evran ve Mevlâna ile ilgili önemli bilgilere yer vermişti. Ahi Evren'in Türkmenlere ve Babailere yakın ve halk adamı olduğunu belirten İnalcık, Mevlâna’nın ise Moğol yanlısı ve Fars kültürüne tutkun saray adamı olduğunu yazmıştı.

"Moğollarla işbirliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celâleddin Rumî ile halk adamı Ahi Evren arasında anlaşmazlık vardı. Moğollar Anadolu'yu işgal edip halkı soymaya başlayınca Türkmenler direnişe geçti. Direnişçilerin başında Türk Ahi Evren vardı. Tokat, Kayseri, Sivas gibi büyük şehirlerde Moğollar kendilerine karşı çıkan esnafı katlettiler. Ahilere ait zaviyeleri Mevlevilere verdiler" diye yazan Prof. Dr. Halil İnalcık’ tır. (Sayfa 39)

Ayrıntıya girmeden bu konuda küçük bir not düşmek istedim. İlgi duyanların konuyu okuyup incelemelerinde yarar olduğunu düşünüyorum.

***

Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

“Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “Acı” diye yanıt verdi.

Usta gülümseyerek çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: “Tadı nasıl?”

“Ferahlatıcı” diye yanıt verdi genç çırak.

“Tuzun tadını aldın mı?” diye soran yaşlı adamı, “Hayır” diye yanıtladı çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

“Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”

***

GÜNÜN SÖZÜ: “ OKUYAN, AKLI MİKTARINCA ANLAR.” ( MEVLÂNA)

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.