GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

Mevlâna’ya göre din, evvel emirde inanmamış insanı, yani ilâhî cevherden ölümsüzlükten habersiz insanı kurtarmayı amaçlar.

İnanan, ilahî özden haberdar olan zaten kurtulmuştur. O halde, insanları “ İnananlar- İnanmayanlar” diye ayırıp inanmayanlara düşmanlığı dindarlık saymak hüner değildir.  Hüner, inanmayanları rahmet ve şefkate daha muhtaç düşkünler, çaresizler olarak görüp ilâhî rahmeti onlara ulaştırmak için didinmektir.

Mevlâna, ikilik yaratarak birbirlerini horlayanlara şöyle sesleniyor:

“Kimden kaçıyoruz?

Kendimizden mi?

Ne olmayacak şey...

Şarap da biziz, testi de...

Padişah da biziz, hepsi biziz.

Fakat yalan dolana düşen bunu anlamaz.”

Gerçekten de Mevlâna’ya göre ayrılık, parçalanma, ikilik ve çatışma, yalana kurban gitmek, aldanış ve aptallıktır. İnsan bu aldanış ve aptallıkla kendini perişan etmede, kuvvetlerini işe yaramaz hale getirmededir.

Mevlevilik, Mevlâna’nın kurduğu tarikat değildir. Ne var ki, Mevlevilik bir kurum ve halka yönelik bir teşkilât olarak Mevlâna’dan sonra, onun oğlu ve bağlıları tarafından sistemleştirilmiştir.

Mevlevilik esas anlamıyla aşk ve cazibe yoludur. Genellikle her tarikatta olan zikir, Mevlevilik’ te de vardır. Değişen zikrin icra şeklidir. Mevlevî zikrinin en belirgin şekli Sema’dır. Sema, mutlak güzelliğe âşık olarak yapılmış insanın ses, söz ve ahenkle beliren güzellik aracılığı ile kendinden geçmesi, vecd içinde ilâhî âleme yükselmesidir. Tasavvufta en önemli prensiplerden biri olan insana hizmet de semada ifadeye bürünmüştür.

Semazenler, dönme sırasında ellerinin birinin içini göğe, diğerininkini yere çevirirler. Bunun anlamı şudur:

“Bizler aracıyız. Allah’ın lütfu olarak göklerden verileni yeryüzünde insanlara aktarıyoruz.”

Günümüz dünyasının tasavvuf penceresinden sonsuza yönelen bakışlarını, büyük ölçüde Konya’da icra edilen Mevlâna’yı anma törenleri yönlendiriyor. Bu bile, Mevlâna’nın çağların ötesine ulaşan bereketi ve feyzi olarak değerlendirilebilir.

Mevlâna düşüncesinin hâkim yanı insanın saygınlığı ve insanların birliğidir. Çünkü o devirde en fazla hırpalanan değer buydu. Aynı tespit bir Yunus Emre, bir Hacı Bektaş Veli için de geçerlidir.

Yunus Emre’nin şiirleri, Hacı Bektaş Veli’nin Makalaat’ ı ve Mevlâna’nın Mesnevi’ si, ifade tarzları, uzunluk ve kısalık farkları bir yana bırakıldığında hemen hemen aynı muhtevayı sergiler.

GÜNÜN SÖZÜ: “ NE AKARSU BALIKLARA DOYAR, NE BALIK AKARSUYA... NE DÜNYANIN CANI ÂŞIKLARDAN BIKAR, NE ÂŞIK DÜNYANIN CANINA DOYAR.” (MEVLÂNA)

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.

NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!