Adetimdir, ameliyat sırasında ya müzik dinlerim, ya da sevdiğim bir şiirden birkaç mısra mırıldanarak hem kendi dünyamda, hem de ameliyat ekibinin ruhunda bir samyeli estirmeye çalışırım. Zira sinir sistemimizi biraz gevşetmek ve stresi ortadan kaldımak gerekir. Buna ''karanlıkta ıslık çalmak'' da denilebilir.

            O gün de o zor prostat ameliyatı sırasında öyle bir gerilmiştim ki! Zira daha önceden kan sulandırıcı ilaç kullanmış olan hastamızda lupu nereye vursam jet tarzında arteriyel kanama oluşmaktaydı. O sırada sevdiğim o şiirden birkaç mısra söylüyordum... ''Fahriye Abla.'' Bu şiiri çok severim. Okurken dalıp giderim adeta... Tam o şiiri okurken bizim Cem de cep telefonuna gelen bir paaylaşımdan bahsediyordu... ''Şuna bak'' diyordu, ''adamın işi gücü kin ve nefret tohumu saçmak... Hocam baksana adam yıkım ekibinin bir elemanı gibi zehir saçıyor!''

            ''Tamam'' diyordum, ''şu kanamayı durdurayım, ameliyattan sonra bakarım!'' Ve bittikten sonra bakıyordum. Evet, kin ve nefret kusuyordu o iki ayaklı canlı...''Cem'' diyordum, ''adam meşrebini ortaya koyuyor. Böyleleri cürmü kadar yer yakar. Adam tükenmiş birisi, yani düşünce dünyası iflas etmiş. Söyleyeceği bir şey kalmamış ki! O da mecburen ona buna hakaret ederek varlığını sürdürmeye çalışacak. Hani ben burdayım diyecek!''

            Başını sallıyordu sinirinden bizim Cem...''Bak, bu ameliyat bitti. Şurada bir çay içelim ve iki kelam edelim'' diyordum. Ve çay içerken gözgöze geliyorduk. ''Hocam sen bu sosyal medyaya girmiyor musun hiç! Yazılarını takip ediyorum da bu tiplere fazla bir cevap vermiyorsun. Biliyorum istesen onların sermayesini elinden alırsın. Biraz da bu konuda yazsana!''

            Tebessüm ediyordum... ''Bak Cem karga ile kaarga olunmaz. Zaten böyle iki ayaklı canlılar konuşurken meşrebini ortaya koyar. Bak bu tipleri tarif eden bir söz var, onu söyleyeyim mi!''

            ''Söyle, merak ettm!''

            ''geçen günki bir yazımda da bu söze vurgu yapmıştım. Tekrar etmek belki bıktırıcı olacak ama söylemeden de geçemeyeceğim. Diyor ki 'şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatin söylermiş!'...Anlayabildin mi!''

            Bir sessizlik... Omuzlarını silkerek anlamadığını gösteriyordu.

            ''Bak, basitçe açıklayaym...Yani diyor ki kişi kendini överken işlediği suçları güzel bir davranış biçimiymiş gibi anlatır. Yani farkında olmadan bilinç altını kusar. Mesela adam yankesiciyse bununla övünür. Der ki'adamın arka cebinden cüzdanını şu iki parmağımla öyle bir kaptım ki ruhu duymadı!' İşte bunu bir hasletmiş gibi, bir maharetmiş gibi sunar ve övünür.''

            ''Ne kadar çarpıcı bir örnek... En iyisi böylelerinin üstünü çizmek!'' diyor Cem.

            ''Cem tamam... Ne diye adam yerine koyuyorsun ki! Kendini matah bir şey zanneder muhatap alırsan...Adam fikren tükenmiş birisi... Sırtını duvara dayamış, gelmeyin üstüme diyor. Yoksa hakaret ederim diyor. Bak sana yaşanmış bir olayı anlatayım. İster misin!''

            ''Merak ettim!''

            ''Peki, anlatayım... Adamın birisi muhatabı ile sohbet ediyor. O sırada söz dönüp dolaşıp birisine geliyor. Bizimki o kişiyi karşısındakine öyle bir kötülemeye başlıyor ki! Oldukça da seviyesiz laflar etmeye başlıyor. O sırada bu dedikoducu adamın arkadan omuzuna birisi dokunuyor!''

             ''Eee!''

             ''Dedikoducu ve de küfürbaz adam(!) arkasına bakınca bir de ne görsün! Aleyhinde atıp tuttuğu adam değil mi omuzuna dokunan! Kıpkırmızı oluyor elbette. Tırnaklarına kadar terliyor tabii ki!''

             ''Çok merak ettim, ne cevap vermiş?''

             ''Cem'' diyorum, ''ne diyebilir ki! Adam aleyhinde söylenenlerin hepsini duymuş. Seninkinin  inkar edecek hali yok ya!... kapana sıkışmış... Bir iki yutkunmuş ve adamın gözlerinin içine bakarak ne demiş biliyor musun!''

             ''Nasıl?''

            ''Ben de senin kulaklarına tüküreyim. Madem ben bunları söyledim, sen de duymasaydın! Suç bende mi yani!''

             Bardağını masaya koyarken gülüyor... ''Demek o adam da sırtını duvara dayayıp son mermisini de böyle kullandı!''

             ''Aynen'' diyorum, ''bir de böyle kin ve befret kusan kişiler için benim kullandığım bir sıfat vardır!''

              ''Ne gibi?''

              ''Böylelerine dili çatallı veya karamamba derim.''

              ''Tuttum bu karamamba sözünü!''

               Saatime bakıyorum... ''Bak sana bir şiir söyleyeyim de rahatlayasın'' diyorum ve o şiiri söylüyorum...

               ''Demek falcı kadın doğru söyledi:

                Herşeyi olduğu gibi açıkça.

                O mavi masmavi günleri, yok mu,

                Bir hoş oluyorum hatırladıkça

                Demek sendin gülüm, yıllar öncesi

                Duyduğum ses, özlediğim düşünce

                Sere serpe kucağına vuslatın

                Bir böyle düşmeli, insan düşünce...

                 Bir bilsen, nasıl da aramaktayım:

                 Özlemler içinde seni, çok uzak.

                  Ne olur düşlerin salıncağında

                  Bir üzüm salkımı gibi uyusak.

                  Demek ki kısmete yol görünüyor:

                  Bir böyle vuslatı bırakıp gitme!

                 Kulaklarımda hep senin musikin:

                 Ey en güzel şarkım: ne olur bitme!''