İçeri girdiğinde sağ elimle o klasik ve de refleksi hareketi yapıyordum: ‘’Buyurun oturun!’’

Yetmişli yaşlardaki o erkek hasta ise donuk bakışlarla beni adeta göz hapsine almıştı. İçimden de şöyle diyordum: ‘’Adam sanki bir belgesel hazırlıyor da beni baştan aşağıya süzüyor!’’

Tekrar söylemeye gerek duyuyordum: ‘’Safa bey otursanız ya, neden ayakta duruyorsunuz!’’

Kırlaşmış saçları biraz geriye gidip geniş bir alına yol açmıştı. Yine kırlaşmış kaşları da gür ve yukarı kıvrıktı. Belli ki kalın kaşları onun kişiliğini tamamlıyordu ve heybetli bir görünüm veriyordu. Bir ‘’aktolgalı beylerbeyi’’ vardı karşımda sanki… Arada bir burnunu da kaşıdığı gözden kaçmıyordu desem abartmamış olurum. Burun kemeri üst dudağa yaklaştıkça genişlemekteydi ve de renk değiştirerek morlaştığı görülüyordu. Burun cildindeki damarlaşmalara tıpta ‘’anjioma’’ denilir ya…

Sonunda oturuyordu, ama bu süre içerisinde vücut dilinden şunu çözebilmiştim…’’Hiperaktif bir insan bu!’’ Hani o soruyla başlıyordum: ‘’Safa bey şikayetiniz nedir?’’

Arkaya yaslanıp iki elini de havaya kaldırıyordu… ‘’Bilmem ki hangisinden başlasam. Burnumdan şikayetim var, bir de o idrar yolu hastalığı var ya! Hani erkeklerin başbelası…Bilmirem adına ne deyirsiniz!’’

Şivesinden anlamıştım, o Serhatşehir’liydi büyük ihtimalle…’’İsterseniz yukarılarda gezme3yelim, biz aşağılarla ilgileniyoruz! Prostat diyecektiniz galiba!’’

Heyecanla ayağa kalkıyordu…’’Evet, prostat işte. Afedersiniz ama tuvaleti mesken tuttum, uyku haram!’’ Bir yandan da mahcup bir eda ile sekreteri gösteriyordu: ‘’Hanım kızımız da menim evladım ya!’’

Bilgisayara iyice baktığımda tahminlerimin beni yanıltmadığını görüyordum… Evet. Serhatşehir’liydi o…’’Emekli öğretmenim, yapayalnız kaldım hayatta…Duvarlar bana bakıyor, ben de duvarlara! Aman hocam eşinizin kıymetini bilin!’’

Anlamıştım, belli ki eşini kaybetmişti… Gözlerinin yaşardığını görüyordum. Öne doğru yaylanıp iki elini dizlerinin üstünde birleştiriyordu ve bir süre sessizliğe gömüldüğü görülüyordu…’’Anılara yolculuk!’’ Hani derler ya ‘’esrik devenin çulu eğri gerek!’’ safa hocam da bir eğitimci olarak kimbilir kaç bin öğrenci yetiştirmiştir. Şimdi ben kalkıp da kendisine yol mu gösterecektim yani… Yani ‘’bostancıya tere satacak değildim ya!’’

‘’Hocam’’ diyordum, ‘’galiba eşiniz rahmetli oldu?’’

Derin bir iç çekişle cevap veriyordu: ‘’Evet, beni yalnız bırakıp gitti öteki aleme!’’

Biraz neşelendireyim diyordum…’’Sizce ben haralıyam?’’

Tebessüm ederek ayağa kalkıyordu ve masama yaakşalıyordu…’’haralıyam dediğinize göre bizim oralısınız! Yoksa kim bilir haralı kelimesini!’’

‘’Ben de Sarıilçe’liyim!’’

İyice yaklaşıp nerdeyse sarılacaktı bana…’Bir şey diyeyim mi, daha ilk görüşte kanım kaynamıştı size. İçimden de geçiriyordum, sanki bizim oralıu diye düşünmüyordum! Hemi vallah, hemi billah!’’

E muayene edip tetkiklerini istiyordum. Öğleden sonra geldiğinde prostat hipertrofisi teşhisi koyup tedavisini düzenliyordum. Aramızda kısa sürede bir gönül köprüsü kurulmuştu ve ayrılırken sarılıyorduk birbirimize. ‘’Sana kanım kaynadı, kontrole gelirken ne getireyim? Bir isteğin var mı değerli hemşerim?’’

Tebessüm ediyordum…’’Evet diyordum, ‘’bir isteğim var!’’

Meraklı bakışlarla soruyordu: ‘’Söyle, nedir isteğin!’’

Elimi onun kalbine doğru yöneltiyordum…’’Gelirken kalbini de beraber getir, isteğim budur!’’

Duygulanmıştı belli ki…’’Feda olsun’’ deyip çıkıyordu.

Ve bir ay sonra ekranda Safa hocamın adını görüyordum. Elinde kocaman bir paket… Masama koyduğunda haliyle soruyordum…’’Hocam bu ne?’’

‘’Sana layık değil ama, işte bir elma gönül alma…Kaşar, bal ve bir de bizim oranın ketesi!’’

‘’Yaaa! Kete mi! Bayılırım keteye de zahmet etmişsin!’’

Aramızdaki samimiyet ilerledikçe ondaki mizahi zekanın ve fıkra dağarcığının da farkına varıyordum. Yöresel olan ‘’terekeme fıkraları’’ndan bir demet sunmadan ayrılmazdı. Birgün ben de kolundan tutuyordum…’’Hocam fıkrada sana yetişemem, ama bir tane de ben anlatayım mı!’’

‘’Dinliyirem!’’

‘’Peki anlatayım…Adıyamanlı Maho Ağa, eşeğini çaldıran marabası Abuzer’i üzgün bulmuş. ‘Lo üzülme, alt tarfı bir eşek. O ayarda birisini bulur gönderirim’ demiş. Abuzer sevinmiş. Gidiş o gidiş, bir daha dönmemiş ağa. Yıllar sonra hükümet konağında karşılaştıklarında ağa şöyle demiş: ‘Lo Abuzer daha o ayarda bir eşek bulamadım, ama söz, bulunca göndereceğim’ demiş. Ağasının eline sarılan Abuzer cevabı yapıştırmış…’Allah senden razı olsun ağam, seni her gördüğümde eşeğimi görürü gibi oluyorum’ demiş!’’

Kahkaha tufanı…