O anıyı okuyunca İbni Sina’daki o vaka aklıma geldi birden. Zira bende anı bitmez ki! Önce kendi anımdan mı başlasam! Yoksa meslektaşımın anısını mı öne alsam! Misafire hürmeten önce alıntıdan başlıyorum işte..

ŞE Hastanesi’ne başlayalı henüz birkaç ay olmuştu. O zamanlar spiral henüz yeni yeni uygulanmaya başlıyor, fakat kadınların büyük bir kısmı da bundan çekiniyordu.

‘’Doktor bey çok mu acı verir? İçeri kaçıp mideye gider mi? Gebe kalınca çocuğun alnına yapışıp geliyormuş, doğru mu? Doktor bey…şey…kocama ipliği dolanır mı? Gibi sorularal her gün karşılaşıyor, dilimizin döndüğü kadar ikna etmeye çalışıyorduk.

Birgün klinik şefimiz bir asistan arkadaşı odasına çağırarak:

‘’Evladım, hanımefendiye bir Lipps spirali uygulayınız talimatını verdi. Arkadaşımız hastayı alarak servisin diğer ucundaki odaya götürdü. Tam spirali takacakken zırr telefon, hoca çağırıyor!

Arkadaş telaşla:

‘’Ebe hanım, spirali taktım, ben hocaya gidiyorum. Sen hastayı kaldır, deftere kaydetmeyi unutma sakın diyerek koştu.

Yarım saat geçti geçmedi, hasta oflaya puflaya kliniğe geri geldi. Derhal hocanın odasına girdi:

‘’Doktor Bey, Allah aşkına çıkarın bu spirali! Adım atamıyorum sancıdan. Dolmuşa binecektim, binemedim, geri geldim. Ben vazgeçtim spiralden mipiralden!’’

Hoca derhal arkadaşı çağırdı:

‘’Kaç numara spiral taktınız hanımefendiye?’’

‘’Dört numara taktım hocam, en ufak boydan. Erozyon, iltihap, akıntı yoktu. Gayet rahat takıldı hocam, hiçbir zorlanma olmadı!’’

‘’Bakın hanımefendi, her şey gayet normal cereyan etmiş, şikayetiniz geçicidir, alışırsınız.’’

‘’Nasıl alışırım doktor bey! İstemiyorum. Çıkarın da kurtulayım.’’

‘’Peki hanımefendi, çıkartsınlar.’’

Kadın önde yalpalayarak yürüyor, arkadaş da takip ediyordu. Neyse…Muayene odasına geldiler. Hasta zorlukla çıktı masaya. Arkadaş pensi alıp yaklaştığında haykırışıyla irkildik:

‘’Hay Allah kahretsin! Koca spekulumu çıkartmayı unutmuşuz!’’

O meslektaşımın anısı burada bitiyor. Şimdi de ben anlatayım başımdan geçenleri…

İbni Sina’daki asistanlığımın ikinci senesiydi ve rotasyonlara başlamıştım. İlk rotasyonum Nefroloji’deydi. Ben bir nevi ‘’konuk sanatçı’’ pozisyonundayım orada. Nefroloji asistanı Doktor Ömer ile gece nöbetindeyiz ve Doçent doktor BE de hocamız. Bir makine mühendisi var ve hocanın da özel hastası. Sanırım saat beş civarıydı ve hemşire telaşla asistan odasına gelmişti.

‘’Doktor bey, o hasta kötüleşti, bir bakar mısınız!’’

Ömer’le hızlıca çıkıp hastanın odasına vardığımızda hasta gerçekten gidiciydi. Başında da eşi refakatçı idi önceleri, ama o anda göremedik ve müdahalelere rağmen hasta vefat etti.

Ve Ömer’le dosyasına not düşüp odamıza çekilmiştik.

Ertesi sabah hoca gelmeden vizitimizi yapıyoruz ve hocayı bekliyoruz. O da ne! Hoca odasında öyle bir hışımla geliyor ki! Halk arasında bu durumlar için şöyle denir: ‘’Allah hayırlara tebdil ede!’’ Biziki de o misal. Servie gelir gelmez hoca kıpkırmızı olmuş o yüz ifadesiyle Ömer’e ve dolayısıyla da bana avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamaz mı!

Şaşırmıştım elbette…’’Beni rezil rüsva ettiniz hastanın eşi ve kardeşleri karşısında. Hastanın eks olduğunu bana neden bildirmedin Ömer? O saatten bir saat kadar sonra hastanın eşi ve kardeşleri muayenehaneme hastalarının durumunu sormaya gelmişlerdi. Gayet iyi, rahat olun dedim!’’

Meğer Ömer hastanın eks olduğunu hocaya bildirmemiş. Hastanın sağlık durumu hakkında toz pembe tablo çizen hocanın durumunu tahmin edebiliyorsunuzdur sanırım.

Al sana bir ‘’tıbbi ofsayt!’’

Doktor Ömer mi? Seneler sonra intihar etti.