GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Genel olarak dinler tarihinde, çeşitli kabilelerin birleşerek toprağa yerleşmeye başladıkları ve site kurdukları dönemlerde ortaya çıkan politeizm ( çok tanrıcılık)’ın, tanrılar arası bir sentezle monoteizme ( tek tanrıcılık) ortam hazırladığı bilinmektedir.
İslâmlığın Mekke şehrinde doğuşunun, bu türlü bir sosyo- ekonomik olayla ilişkisi vardır.
Gerçekte kabileler arası ilişkilerin merkezi, bir pazar yeri olan şehirlerin, kabile tanrıları arasında bir yakınlaşmaya yol açtığı görülmektedir.
Örneğin Mekke’ deki Kâbe, çeşitli kabilelerin aynı zamanda ticaret mevsimi olan Hac döneminde ziyaret ettikleri ve kabile putlarının toplu olarak bulunduğu bir yerdir.
Şehirlerin kuruluşunun ve yerleşik bir hayatın, gelişmiş bir tarımsal üretim dönemine rastladığı, başka bir deyimle “oturak” hayatının tarım ekonomisinin ürünü olduğu bilindiğine göre, tek tanrıcılık temeline dayanan evrensel dinlerin tarımcılık ve toprağa yerleşme olayına bağlı olduğu öne sürülebilir.
Bu bakımdan X. yüzyılda toprağa yerleşmeye başlayan ve insanî özellikle yüklü de olsa bir tanrı kavramına yönelen Oğuzların, kabile örgütü ve göçebeliğin damgasını taşıyan şamanizmin çerçevesini kırarak tek tanrıda dayanağını bulan bir dinsel sistemi benimsemeleri bir zorunluluk olmuştur.
Oğuzların, gittikçe yerleşik hayatı benimseyerek tarımla uğraşmalarının, hayvancılık temeline dayanan göçebe kültürünün yetersiz bir duruma gelmesine ve yeni ihtiyaçları karşılayacak yeni bir kültür çerçevesini benimseme zorunluluğunun doğmasına yol açtığı düşünülebilir. Bu bakımdan Türklerin İslâmiyet’i kabulünü, hayvancılıktan tarıma, göçebelikten yerleşik hayata geçişin bir sonucu saymak yerinde olur.
Gerçekten Oğuzların X. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kümeler halinde İslâm dinine girdikleri anlaşılmaktadır.
İslâm dinini İran kanalından tanıyan ve benimseyen Oğuzlar, başlangıçta yerleşik düzenin gerektirdiği İslâmî kurumları İran damgasıyla benimsemişlerdir. Kaşgarlı Mahmut’ a göre, Oğuzlar Farslarla düşüp kalkmaya başlayınca, bir takım Türkçe kelimeleri unutmuşlar, onun yerine Farsça kullanır olmuşlardır.
Osmanlı öncesi dönemin ürünü olan 1466 tarihli Velet İzbudak, Atalar Sözü’ nde, “Türk iti şehre gelicek, Farisice ürer” atasözü, Türk’ ün köpeğinin bile şehirde Farsça uluduğunu, başka bir deyişle, şehir dilinin Farsça olduğunu belirtmektedir. Bu durum yerleşik hayata başlayan Türklerin şehir hayatının gerektirdiği kavramları Farsça’ dan aktardıklarını ve model olarak aldıkları İslâmlığa dayanan İran kurumları aracılığıyla Müslümanlığı benimsediklerini ortaya koymaktadır. Bu bakımdan Türklerin İslâmlaşmalarının hayvancılıktan tarımcılığa geçiş aşamasında beliren ihtiyaçların ürünü olduğu söylenebilir.
Türklerin, aynı çağda var olan birkaç evrensel kültür çerçevesinden, niçin İslâmlığı benimsedikleri sorusuysa, İslâm kanalına geçmelerine yol açan, batıya açılma zorunluluğu yanında bir hukuk sistemi özelliği taşıyan İslâm dininin, yerleşik hayat ihtiyaçlarına cevap verecek bir karakter taşımasıyla açıklanabilir. Tabi buna, Gök Tanrı (Tengri) inancında olmalarından dolayı İslâmiyet’i yadırgamadıkları da eklenebilir.
Bununla birlikte Türklerin İslâmiyet’i kabulü, çekişmeli uzun bir döneme ihtiyaç gösterdi.
Kesin olmamakla birlikte eldeki bilgilere göre, ilk Türk- Arap karşılaşması, son İran Hükümdarı III. Yezdicerd’ in Toharistan’ da 642 yılında yenilgiye uğraması üzerine oldu.
Horasan’ ı alan Arap orduları, İslâmlığın taşıyıcısı olarak Türk sınırına dayandıklarında, Doğu Göktürkler yıkılmış, Batı Hanlığı ise beyliklere parçalanmış durumdaydı.
704 yılında Horasan’ ın doğu iline vali olarak gönderilmiş olan Kuteybe bin Müslim kan dökerek ve şehri yağmalayarak Toharistan, Fergana, Buhara ve Semerkant yöresini Arap egemenliği altına soktu.
Kuteybe’ nin 717’ de öldürülmesinden sonra Arap Valisi Yezid bin Mahalleb de baskı ve şiddet yolunu seçmekle birlikte önemli bir başarı kazanamadı. Araplar doğuda Maveraünnehir’ ekadar giden Kutluk Devleti engeliyle karşılaştılar.
Türkler arasında İslâmlığın yayılması, Samanlı İranlıların Maveraünnehir’ de bir İslâm hükümeti kurdukları döneme rastlar.
Karluklar Çinlilere karşı Abbasilerden yardım talebinde bulundular. Abbasi yönetimi Türklerin aradan çıkmasının Çin tehdidini kendi kapılarına getireceğini görerek bu teklifi kabul etti. Türkler ile Müslüman Araplar tarihte ilk kez ittifak oluşturdular. 751 yılında Talas Irmağı kenarında gerçekleşen savaşta Arap ve Türk orduları Çinlileri ağır bir yenilgiye uğrattı. Talas Savaşı, Türk-Müslüman ilişkilerinde ve Türklerin Müslümanlaşmasında bir dönüm noktası oldu.
Halife Memnun zamanında, Semerkant, Fergana, Şaş ve Herat valiliklerini ikta olarak alan Türk dostu Esed bin Saman’ ın oğulları zamanında Seyhun’ un kuzeyindeki alanlara yayılan ve Isıg Göl’ den İrtiş Irmağı boylarına kadar uzanan kesimdeki Türk kabileleri özellikle Karluklar, Türgeşler ve Oğuzlar, 963 yılından başlayarak yığınlar halinde İslâm dinini benimsediler.
X. yüzyılda herhangi bir devlete bağımlı olmayan Oğuzların Peçenekler, Kıpçaklar ve Karluklarla olduğu gibi, güney komşuları Müslümanlarla ilişkileri de çoğunluk dostça olmadı. İslâmların başlıca düşmanları arasında gösterilen Oğuzların Harizm ve Maveraünnehir yönünden Müslüman komşuları üzerine akınlar yaptıkları anlaşılıyor.
Oğuzlar arasında İslâmlaşma hareketi XI. yüzyılın başında geniş çapta yayılmaya başladı ve bunda Selçuklu Türk İmparatorluğu’ nun kuruluşunun büyük rolü oldu.
Selçuk’ un torunu Tuğrul Bey’ in 1038’ de Nişabur’ a girerek kendi adına hutbe okutması ve Sultan unvanını almasıyla Selçuklu Devleti’ nin kurulması, Oğuz yurdundan İran’ a birbirini dalgalar halinde bir göçün başlamasına yol açtı ve bu kümeler Batı’ ya, uçlara gönderildi. Türk İmparatorluğu’ nun Batı’ ya doğru gelişmesi ve daha XI. yüzyılın ortalarında Kıpçaklar’ ın Oğuz yurdunun kuzey ve batı kesimlerini kaplaması, bu göçlerin ana belirtisidir.
Oğuzların, X. Yüzyılın ilk yarısından başlayarak İslâmlığa eğilim gösterdikleri bilinmekle birlikte, Müslümanlık ancak Tuğrul Bey zamanında Oğuzların genel dini olabilmiştir.
(Kaynaklar: Muzaffer Sencer, Dinin Türk Toplumunda Etkileri; Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş; İ. Kafesoğlu, Büyük Selçuklular; F. Sümer, 10. Yüzyılda Oğuzlar; H. Z. Ülken, Mezhep Cereyanları)
Çok sözü edilen Talkan, Curcan olaylarını ise fırsat bulabildiğim uygun bir zamanda ayrıca ele alacağım.
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!